HİMBA KABİLESİ
HİMBALAR-KIRMIZI KADINLAR KABİLESİ
Son zamanlarda yaptığım gezilerde gördüklerim arasında Himbalardan gerçekten çok etkilendim ve onlar için gezinin diğer bölümünden ayrı bir albüm yapmaya karar verdim. Himbalar için kırmızıya çalan turuncu renk toprağın bereketini ve insan kanını, yani yaşamı temsil ediyormuş; gerçekten de yaşam dolular. Bu arada içindeki minerallerden dolayı yöredeki toprak kırmızı-turuncu renkte. Alman fotoğraf sanatçısının deyimiyle ‘’girdikleri her yere renk ve neşe getiren Himbalar’’. Afrikada herhangi bir kabileyi kabile şefinden izin almadan ziyaret etmek mümkün değildir. Bu da bir ücret karşılığında veya köy-kabile okuluna bağış karşılığında olur. Genellikle kabileyi gezdiren ve ingilizce bilen o kabileden bir lokal rehber devreye giriyor bu işleri organize ediyor. O ülkenin vatandaşı olan ve size tüm ülkeyi gezdiren rehber ise kabileye gelince bizler gibi bir turist oluyor.
Himbalar, 15. ve 16. yüzyılda Botswana‘dan Kuzey Namibya’ya Kunene yöresine gelmişler. 19.yy da ülkede sömürgeci olan Almanların etkisi-baskısı ile geleneksel hayatlarından vazgeçmek zorunda kalan Herero kabilesinden ayrılmışlar. Hererolar ise, Alman misyonerlerin çıplaklığın günah-ayıp olduğu yönünde etkisiyle tamamen kapalı 18. yüzyıl victorian stili giysiler giymişler, şimdilerde bir kısmı halen o giysilerle dolaşıyorlar, bir kısmı ise T-shirt. Halen misyonerlerin yiyecek karşılığında din değiştirtme çabaları sürüyormuş.
Hererolar’la aynı dili konuşuyorlar. Tarih boyunca pek çok badire atlatsalar da ayakta kalmayı bilen Himbalar, Batılılaşan Hererolara göre geleneksel yaşam tarzlarını hala koruyorlar.
1904’te çıkan iç savaşta Alman Askerler Nama kabilesi ve Herero(Himbalar dahil) kabilesine 20. yüzyılın ilk soykırımını yapıyorlar ve BM raporuna göre 65.000 Herero (toplam nüfusun % 80’i) ve 10.000 Nama yerlisi(toplam nüfusun % 50’si)Almanlar tarafından soykırıma uğratılıyor.(Çok uzun ve acıklı bir süreç. Meraklısına: http://www.serenti.org/20-yuzyilin-ilk-soykirimini-almanlar-namibyada-yapmisti/ )
Sağ kalan Himbalar canlarını kurtarmak için komşu Angola’ya sığınak zorunda kalıyor. 1. dünya savaşında Almanya yenilince, Namibya’dan çekiliyor ve ülke 1920 de 70 yıl boyunca Güney Afrika Cumhuriyeti denetimine veriliyor.Güney Afrika Himbalar için bir yaşama alanı ayrılıyor. Büyük çoğuluğu Vita adlı bir şefin başkanlığındaki Namibya'ya geri dönmüşler. Ancak 1980’lerde yaşanan ciddi kuraklık, Himbaların yaşam tarzını yok olma noktasına getirmiş. Kuraklık keçi sürülerinin % 90’ını öldürdüğünden birçoğu Opuwo kentine göç etmek zorunda kalmış.
1990da Namibya’nın bağımsızlığını elde etmesiye pozisyonları iyileşiyor ve Himbalar geleneksel topraklarına geri dönüyorlar.Bu gün Namibyadaki nüfuslarının 20 000 ila 50 000 arası olduğu düşünülüyor.
Yarı göçebe olarak, keçi ve inek sürüleriyle yaşamlarını sürdürüyorlar.
Himbalar doğanın içinde, doğa ile birlikte varlar. Himba kadınlarına giyim ve süslenme tarzları bu kabileyi bugün dünyanın en ünlü kabilelerinden biri yapmış, vücutlarına otrije denen -keçi yağı, birtakım otlar, kök boya ve özel bir topraktan elde ettikleri kırmızı turuncu renkteki karışımı sürüyorlar. Macunun kullanım amacı süslenmek olduğu kadar, aşırı derecede sıcak ve kuru olan bölgenin yakıcı güneş ışığından, böcek ve sineklerden de ciltlerini koruyor. Karışım cilde derin turuncu-kırmızımsı bir renk veriyor. Himba kadınları ince örgülü saçlarını dipten uca kadar da bu macunla kaplıyor, uçlarına keçi kılı ilave ediyorlar ve oğlak derisinden yapılan Erembe denen bir taç takıyorlar.Her sabah güne başlarken düzenli olarak macun sürme ve saç kaplama işlemi yeniden yapılıyor. Çok kurak olan bölgede su zor bulunduğundan bunun hem temizlenme, hem de güzelleşme amacıyla yapılmaya başlandığı düşünülüyor. Tüm bedenlerini bu macunla kaplayan Himbalar, hiç yıkanmıyorlar. Temizliklerini güzel kokulu bitkileri yakarak duman banyosuyla sağlıyorlar. Kırmızıya çalan turuncu renk toprağın bereketini ve insan kanını, yani yaşamı temsil ediyor.Bedenin tabu olan kısmı ise ayak bilekleri. O yüzden ayak bileklerini takılarla örtüyorlar.Metal, kabuk, deri, tohum, ne bulurlarsa, maharetli bir sekilde takı haline getiriyorlar.
Çocuklar 3-4 yaşına kadar genellikle çırılçıplak.Genç Himba kızları ergenliğe kadar, saçlarını yüzlerinin önüne gelecek şekilde iki örgü yapıyorlar. Erkekler ise evlenene kadar tek örgü yapıyor. Evlenen erkekler bir daha çıkarmamak üzere bir çeşit bez parçasıyla başlarını sarıyorlar. Yalnızca cenaze törenlerinde çıkarabildikleri bu başlıklar yüzünden, saçlarını türbanın altından kaşıyabilmek için oku andıran bir alet taşıyorlar. Himba erkekleri buldukları batılı kıyafetleri giymeye oldukça gönüllü. Erkekler birden fazla kadınla evlenebiliyor. Ne kadar çok hayvanı varsa o kadar çok kadınla evlenebiliyor.
Himbalarda, kadın ve erkek evlendiğinde çift aileli bir düzene dahil oluyorlar. Yani hem gelin hem de damat olarak karşı aileye dahil oluyor, çiftlerinin bu geleneği, yüzyıllar boyunca zor iklim koşullarına karşı savaşmalarını sağlamış. Her kabile üyesinin anne ve baba tarafından olmak üzere iki klana üye olduğu Himba Kabilesi’nde, klanlar en yaşlı erkek üye tarafından idare ediliyor.(Gerçi bizim ziyaret ettiğimiz kabilenin reisi kadındı). Erkek çocuklar babalarının klanında yaşarken, kızlar evlenince erkek tarafının klanına geçiyor.Veraset sistemi ise baba tarafının değil, anne tarafının neslini izliyor. Yani bir erkek, babasının değil, dayısının keçilerini miras alıyor.
Kabilede çocuk sahibi olan kadınlar kendi çocukları dışında birbirlerinin çocuklarıyla da ilgileniyorlar.Çocuk ailenin olduğu kadar kabilenin de çocuğu, sayıldığından ona bakmak ve beslemek tüm kabilenin görevi. Çocukların pek çok süt anneleri olabiliyormuş. Kadınlar herhangi bir iş yaparken emekleyebilen veya yürüyebilen çocuk annesinin veya süt annesinin yanına gelip kendisi süt emiyor o arada kadın işine devam ediyor, çocuğa hiç bakmıyor bile. Çocuk kadının yüksekliğine göre diz çöküyor veya ayakta duruyor memeyi kendisi tutuyor. Etrafta kabile üyeleri veya biz ziyaretçilerin olması bu durumu değiştirmiyor. Kaşıkla mama verirken olduğundan çok daha doğallar.
Kabilenin kadınları hamile kalmaya karar verdiklerinde bir ağacın altına oturuyor ve dünyaya gelmek isteyen çocuğun kendisiyle iletişim kurmasını bekliyorlar. Çocuğun annesiyle kurduğu ilk iletişimin, ona söylediği bir şarkı ile başlattığına inanılıyor. Çocuğun söylediği şarkıyı duyan anne bu şarkıyı kocasına da öğretiyor ve ardından hamile kalıyor.Çocuğun annesine söylediği gün, onun doğum günü olarak kabul ediliyor ve yaşı bu tarihe göre hesaplanıyor. Bu şarkının çocuğun ileriki yaşamında da ayrı bir önemi var. Çocuk ilerleyen yaşında toplumsal bir yasayı ihlal ettiğinde veya bir suç işlediğinde, köy meydanına çağrılıp topluluk tarafından çembere alınıyor ve ona hep bir ağızdan kendi şarkısı söylenerek kim olduğu hatırlatılıyor.Zira kadim geleneklerine göre, anti sosyal davranışları düzeltmenin yolu cezalandırmadan değil, sevgiden ve o bireye kendi gerçek kimliğini hatırlatmaktan geçiyor
Himba halkı lapa ile yaşıyor. Her sabah ve akşam, biraz su kaynatıp içine mısır un veya mahangu unu koyuyorlar, belki de biraz yağ ekliyorlar ve yemek servis ediliyor. Kadınlar küçük çocuklarını mısır nişastası ve keçi sütünü kaynatarak elde ettikleri mama ile besliyorlar. Nadir durumlarda, düğün tören gibi, et yiyorlar .
Himbalar animistler ve onların üstün varlıklarına Mukuru deniyor. Tanrılarıyla iletişim kurmaları kutsal ateş aracılığıyla yapılır. Kutsal ateşin dumanı, Yüce Varlık ile doğrudan temas halinde olan ataları ile iletişim kurmalarını sağlayan cennete doğru yükseliyor. Dışarıdan biriyseniz ya da köye davet edilmediyseniz kutsal çizgiyi geçmek yasaktır. Kutsal çizgi şefin kulübesinin ana girişinden başlayıp kutsal ateşin önünden geçip sığır kapısının girişine doğru gidiyormuş.
Bazı kabilelerde okul var. Diğerleri Namibya Hükümeti’nin açtığı seyyar okullarda eğitim görüyorlarmış. Turizmden az da olsa pay alıyorlar. Yaptıkları takıları turistlere satıyorlar. Okulda turistlere yönelik takı ve hediyelik eşya yapımı da yapımı da öğretiliyormuş.