ALMANYA 'ya HOŞGELDİNİZ
Yasemin Şamdereli 2011
Oyuncular: Denis Moschitto, Aykut Kayacık, Manfred-Anton Algrang, devamı...
Süre: 97 dk Yapım yılı: 2011
İkinci Dünya Savaşı sonrası yeniden kalkınmak ve çalışan eksik işçi açığını kapatmak için pek çok ülkeden işçi alımı gerçekleştiren Almanya, son 50 yıldır Türkiye'den yurt dışına göç eden işçilerin ilk adresi oldu. 10 Eylül 1964'te bir milyonuncu "misafir işçi" Almanya topraklarına adımattı.
Almanya'ya Hoş Geldiniz filminin baş kahramanı Hüseyin Yılmaz ise bir milyon birinci işçi olarak gelecek şansını bu yabancı ülkede arayan bir göçmen. Hüseyin Almanya'ya göç ettikten bir süre sonra, Türkiye'deki ailesini de yanına alır. Yıllar sonra memleketine temelli dönmek için Türkiye'de bir ev alan Hüseyin'in bu kararı aile içinde tartışmalara, barışmalara ve beklenmedik olaylara yol açacaktır...
...................................................................................
FARGO
Joel Coen 1996
Yönetmen: Dardenne kardeşler
|Yönetmen: Icíar Bollaín / Oyuncular: Luis Tosar, Gael García Bernal, Juan Carlos Aduviri / İspanya-Fransa-Meksika / 2010 / 104’İspanya’nın 2011 Oscar adayı Yağmur Bile, yönetmenlik, Kristof Kolomb ve temel insan hakları mücadelesini bir araya getiriyor. Senaryosu Ken Loach’un daimi senaristi Paul Laverty tarafından yazılan film, Icíar Bollaín’in 2007 yapımı dedektiflik hikâyesi Matahariler’in başarısını takip ediyor. Takıntılı idealist Sebastian, Kristof Kolomb ile ilgili bir film çekmeye kararlıdır, ama bu Hıristiyan kahramanın mitini tersine çevirecek, açgözlülüğünü ve vahşi eğilimlerini gösterecektir. En ucuz ve Latin Amerika’da en “yerli” ülke olan Bolivya’daki çekimler sırasında, Kolomb’dan 500 yıl sonra toplumsal huzursuzluk patlar. Halk en temel hayati madde olan su için savaşmaya başlamıştır.
Snowtown, Avustralyalı yönetmen Justin Kurzel'in 2005 yılında çektiği Blue Tongue'dan sonraki ikinci filmi
.............................................................
Dönemin en karizmatik aktörleri arasında yer alan George Valentin (Jean Dujardin) de sesin beklenmedik biçimde sinema perdesine yansımasından payına düşeni alıyor. yanı başında boy gösteren taze ve güzel oyuncu Peppy Miller'ın ise aklı fikri şöhrette.
Film, Joseph’in (Peter Mullan) sinirlerine hakim olamayarak köpeğine attığı tekmeyle açılıyor. İlk sahne ile birlikte film hakkında büyük ipuçları elde ediyoruz aslında çünkü film de tam olarak şiddet üzerine kurulu. Eşi öldüğünden beri yaşamı bir hayli değişen Joseph’in yolu, birdenbire dindar Hannah (Olivia Colman) ile kesişiyor. Hannah, şizofren diyebileceğimiz eşinden şiddet gören ve umudu tanrıya dua etmekte bulan bir kadın. Kısaca bir yanda içinde şiddet dürtüleri olan bir erkek, diğer yandaysa o şiddete maruz kalan bir kadın var. Hannah’nın bir gün kocasına karşı çıkması ve üzerine tekrar dayak yemesi ise olayların gidişatını değiştiriyor. Ciddi anlamda sorunları olan James (Eddie Marsan – Hannah’nin kocası) de tek kelimeyle iğrenç biri. İzlediğim en gerçekçi tecavüz sahnelerinden birinin ardından Hannah, kendini Joseph’e sığınmış buluyor.
Roman Polanski 2011
Çocuk parkında birbiriyle kıyasıya dövüşen iki haşarı çocuk... Sıradan görünen bir kavgayı, ebevyenler bir ev davetiyle modern biçimde çözmeye ve tatlıya bağlamaya çalışır. Fakat ilk başta medeni biçimde konuşarak sorunu çözmeye çalışsalar da, sonrasında işler sarpa sarar ve herkesin birbirinden sakladığı foyası meydana çıkar. Hiç kimse küçük çaplı bu 'katliamdan' kaçamaz...
.........................................................................
KEVİN HAKKINDA KONUŞMALIYIZ
Yönetmen: Lynne Ramsay
Film aile’yi eleştiriyor. Ama bunu aileyi anlamaya, açıklamaya çalışan bir yerden yapmıyor. Aile nedir? Annelik nedir? Sorusunu sorduruyor. Anneliğin mucizevi bir şey olduğu, yani bebek sahibi olan kadının mükemmel bir donanım, farkındalık elde edivereceği düşüncesini yıkmaya çalışıyor. Aile üzerinden burjuva toplumunu da eleştiriyor. Rollerin toplumsal olarak kurulan, ama hassas dengelere sahip, bozulmaya müsait yapısını incelerken ezberleri bozuyor. Bunu da ergen bir çocuk ve çocuk sahibi olmaya hazır olmadan anne olmuş karakterler üzerinden yapıyor. İşte bu nedenle, bir kurban aramaması, Eva’ya, Franklin’e ya da Kevin’e işaret etmemesi açısından önemli bir film. Öğrenilmiş rolleri, sevgisizliği ve tüm bunların kaygan zeminini göstermesi açısından gerçekten önemli bir film. Bu roller, Kevin’in okulunun spor salonunda, tam on ikiden vuran oklarıyla dağılıyor. Ama böyle okuyarak da bilindik bir intikam hikâyesi olduğunu söyleyemeyiz. Örneğin, Kill Bill serisindeki gibi bir rahatlama yaşatmıyor. Yönetmen, bir şiddet hikâyesi anlattığının farkında ve bunu da estetikleştirmeden yapıyor. Mesela öldürme sahnelerini göstermiyor ve seyircinin sonunda rahatlamasını sağlayacak, skor yapmış gibi sevindiren bir uzlaşmacı tavrı da yok. Hikâyeyi, konunun ciddiyetinin farkında olarak anlatıyor,bu serinkanlı yaklaşım oldukça önemli.
ANNEMİ ÖLDÜRDÜM
Yönetmen:Özcan Alper
Üniversitede müzik araştırmaları yapan Sumru, ağıt derlemeleri üzerine yaptığı tez çalışması için birkaç aylığına İstanbul'dan ülkenin güneydoğusuna doğru bir yolculuğa çıkar. Başta kısa süreceğini sandığı yolculuk Sumru'nun hayatının en uzun yolculuğuna dönüşecektir. Sumru'nun bu yalnız yolculuğunda ona Diyarbakır'da tek başına kalmış eski bir kilisenin bekçisi olan Antranik amca, Diyarbakır sokaklarında korsan DVD satan Ahmet ve bölgede sürmekte olan 'adı konulmamış savaşa' tanıklık eden pek çok karakter eşlik edecektir.
Sumru, üç ay boyunca kaldığı Diyarbakır'da izini sürdüğü ağıtların öykülerini ararken ertelediği kendi acısıyla da yüzleşir. Hakkari'de bulunan boşaltılmış bir dağ köyüne doğru yola çıkarken bu tehlikeli yolculuğa anlam veremeyen Ahmet'in "Neden özellikle bu köy, ne var orada?" sorularını yanıtsız bırakır.
.....................................................................
ÜÇ RENK
Yönetmen:Krzysztof Kieslowski 1993- 1994
Başyapıtlar belli aralarla tekrar tekrar izlenmeli bence...Her seferinde farklı bir şeyler yakalamak ve hafızayı tazelemek açısından... Kieslowski her seferinde daha farklı güzel bir tat bırakıyor...
...................................................................................................
DEVRİMDEN SONRA
Yönetmen:Mustafa Kemal Aybastı 2011
Sosyalist devrimin sonrasında Türkiye'de geçen film 12 öyküden oluşmakta. Ülkede yaşanan politik ve sosyal değişimler, sıradan vatandaşın hayatına nasıl yansırdı, her şey umulduğu gibi daha iyi mi olurdu yoksa yeni sistemin de kendisine göre yanlışları açıkları olur muydu? Kamulaştırılan fabrikalar, ücretsiz sağlık, eğitim ve ulaşım hizmetleri, herkesin oturduğu evin sahibi olması ve bütün bunların halk üzerinde yarattığı şaşkınlık, sevinç belki de korkunun yansımaları…
..................................................................
Yasemin Şamdereli 2011

Süre: 97 dk Yapım yılı: 2011
İkinci Dünya Savaşı sonrası yeniden kalkınmak ve çalışan eksik işçi açığını kapatmak için pek çok ülkeden işçi alımı gerçekleştiren Almanya, son 50 yıldır Türkiye'den yurt dışına göç eden işçilerin ilk adresi oldu. 10 Eylül 1964'te bir milyonuncu "misafir işçi" Almanya topraklarına adımattı.
Almanya'ya Hoş Geldiniz filminin baş kahramanı Hüseyin Yılmaz ise bir milyon birinci işçi olarak gelecek şansını bu yabancı ülkede arayan bir göçmen. Hüseyin Almanya'ya göç ettikten bir süre sonra, Türkiye'deki ailesini de yanına alır. Yıllar sonra memleketine temelli dönmek için Türkiye'de bir ev alan Hüseyin'in bu kararı aile içinde tartışmalara, barışmalara ve beklenmedik olaylara yol açacaktır...
...................................................................................
FARGO

Oyuncular: William H. Macy, Frances McDormand, Steve Buscemi, devamı...
Süre: 98 dk Yapım yılı: 1996
Jerry Lundegaard büyük bir finansal kriz içerisindedir. Umutsuz durumundan kurtulmak için bir plan yapar. İki beceriksiz adamı karısını kaçırıp zengin babasından fidye istemeleri için tutar, para alındığında paylaşacaklardır.
Karısı kaçırılır, adamlar Amerika’nın kuzey ucuna, Dakota’nın Fargo kasabasına saklanırlar. Fakat herşey yolunda gözükürken hamile bir kadın polis bütün planı bozar...
Coen kardeşlerden gerçek bir klasik
Inan Temelkuran 2009
Oyuncular: Öner Ateş, Öner Erkan, Damla Sönmez 2009
Hayallerin iyice küçüldüğü, ruhen sağlıklı kalmanın zorlaştığı bir dönemde geçen Bornova Bornova, sıradan hayatların çok büyük beklentilere dönüşmesini konu alıyor.
46. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Uzun Metraj Film yarışmasında yarışan film; En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Kurgu, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ve SİYAD UÖdülü’nün sahibi oldu Ödülü’nün
sahibi oldu.
...............................................................................
İZ PEŞİNDE
Oyuncular: Jeff Bridges, Matt Damon, Josh Brolin,
Yazar Charles Portis’in aynı isimli romanından Oscarlı yönetmenler Joel Coen ve Ethan Coen tarafından uyarlanan 'İz Peşinde', bir intikam ve kahramanlık öyküsünü anlatıyor. 1969 yılında John Wayne'in başrolünde Oscar kazandığı aynı isimli bir uyarlaması daha olan filmim konusu şöyle:
Tarih 1870'ler, yer İç Savaştan çıkmış Amerika. Babası öldürülmüş ve bunun için adalet arayan 14 yaşındaki Mattie Ross, Kızılderili Toprakları'na izinsiz girmeden önce para için babasını öldürdüğü söylenen korkak Tom Chaney'in peşinden, onu bulmak için ailenin tek üyesi olarak Arkansas/Fort Smith'e gelir. Chaney’i cezalandırmak için ant içen Mattie, ülkenin en acımasız askeri olarak bilinen sarhoş ve sorumsuz Rooster Cogburn'ü, Chaney'i yakalaması için kiralar. Yolda karşılarına çıkan Texas polisi LaBoeuf de Chaney'i yakalayıp Texas'a götürmek istiyordur. Böylece bu üçlü kovalamacanın peşinde bir araya gelir. Her biri dediğim dedik, inatçı, kendi ahlâk değerlerinin izini süren bu ilginç ekip, öngörülemez bir hesaplaşmanın peşinde koşarken kendilerini birden bir efsanenin içine düşmüş olarak bulurlar: zalimlik ve kötülük, hayal kırıklığı ve cesaret, azim ve saf aşk.
Belçikalı yapımcı, yönetmen ve senarist Dardenne kardeşlerin, Lorna'nın Sessizliği (2008) filminden sonra imza attıkları son çalışma olan Bisikletli Çocuk, 2011 Cannes Film Festivali'nde de Nuri Bilge Ceylan'ın Bir Zamanlar Anadolu'da filmiyle Büyük Ödülü paylaştı,yapım Filmekimi 2011 programının da öne çıkanları arasındaydı.
Babasının bir yetimhaneye terk ettiği 12 yaşlarındaki Cyril'in gerçeklikle yüzleşme hikayesi,başarıylan anlatılmış
Neil Jordan 1992
İngiltere’yle İrlanda arasındaki siyasi gerginliğin tırmanma noktalarından birinde başlıyor film. IRA tarafından kaçırılır Judy esir tutulduğu süre zarfında kendisine muhafızlık yapan Fergus ile aralarında bir dostluk başlar. Film sadece politik duruşuyla değil, milliyetçilik, cinsel kimlik, insan doğası ve ırkçılık gibi konulara da getirdiği farklı bakış açılarıyla dikkat çekiyor. Filmin yönetmeni Neil Jordan aynı zamanda filmin senaryosunu da yazdı. The Crying Game (Ağlatan Oyun), En İyi Senaryo Oscar’ı da dahil olmak üzere, uluslararası birçok festival ve yarışmadan 20’ye yakın ödül aldı.
..............................................................................
YAĞMURU BİLE
Icíar Bollaín 2010
2011 İSTANBUL FİLM FESTİVALİNDE GÖSTERİLEN
ÇOK BAŞARILI BİR FİLM
ÇOK BAŞARILI BİR FİLM

................................................................................................................
SNOWTOWN
SNOWTOWN
FİLEKİMİ 2010 İstanbul-2011 Cannes FIPRESCI Mansiyon
İki erkek kardeşi ve annesiyle birlikte Avustralya'nın Adelaide kentinin kenar mahallelerinde yaşayan 16 yaşındaki Jamie, etrafını saran şiddet ve umutsuzluk girdabından kurtuluşu karizmatik John'da bulur. Kısa sürede güv...enip sırtlarını dayayabilecekleri bir aile babası hissi veren bağnaz John'ın karanlık dünyası ne yazık ki ahlakçılık ve kötülükle doludur. John'la yakınlaştıkça Jamie'nin kuşkuları da büyür, ta ki babası gibi davranan John Bunting, yani Avustralya'nın en azılı seri katili onun dünyasını da tehdit edene kadar.
...................................................................................
PİNA..
Wim Wenders 2011
Bir görsel ve müzik şöleni.... Filmin sonundaki son yazıya kadar seyrettiğim nadir filmlerden... son notayı son görseli görmek istiyor insan.... hiç bitmesin istiyor
Dans Tiyatrosu'nun dünyaca ünlü temsilcilerinden, kendi kurduğu 'Tanztheater Wuppertal Pina Bausch' topluluğunun sanat yönetmeni ve efsanevi başkoreografı Pina Bausch, 2009 yılında hayatını kaybetmişti. Çekimlerine Bausch hayattayken başlanılan ve maalesef ölümünden sonra bitirilebilen belgesel ise, usta yönetmen Wim Wenders'in elinde görsel bir şölene dönüşmüş adeta.
Wim Wenders 2011

.............................................................................
Theo Angelopoulos 2008 Filmde üç kuşak var. Üçlemenin ilk filmi Ağlayan Çayır’dan beri hikayesini takip ettiğimiz Eleni ve Spyros ilk kuşağı, filminin müziğini arayan yönetmen ikinci kuşağı ve yönetmenin evden kaçan küçük k...ızı üçüncü, yeni bir kuşağı temsil ediyor. Kitera’ya Yolculuk filminizde de benzer bir durum var. Birbirlerini anlayamayan kuşaklar da diyebiliriz. Orada yaşlı adamı anlamayan çocukları vardı, ki bu filmde de farklı değil. Sizin bu filmlerdeki, sürgünler yaşayan, evinden uzak ya da evini arayan ilk kuşağı daha yakından tanıdığınızı düşünüyoruz.
.........................................................................................................
Günümüz İran toplumundaki şiddetli sınıf çatışmasına ve cinsiyet rollerinin sabit yapısına odaklanan Farhadi, bütün filmlerinde evrensel bir suç ve ceza sarmalına işaret ediyor.Bilgiye sahip olmanın nasıl iktid...ar sağladığını yüzümüze vuruyor sanki film. Orta sınıf ahlakı da, tam olarak bu bilme hırsı üzerine kurulu.
ZAMANIN TOZU

Şimdi bu ara kuşağın kendi çocuklarına da sahip çıkamadığını da görüyoruz. Oysa bu kuşak dünyayı değiştirmek üzere yola çıkmıştı.
Kuşağımı, kuşağımdan pek çok insanı tanıyorum, iyi tanıdığıma inanıyorum. Bizim kuşağın yapacağını, yapabileceğini yaptığına inanıyorum. Günümüzde ise yeni bir kuşağa ihtiyaç var. Arada kalmış kuşak ya da oğulların kuşağı diyelim ya da yeni gelen kuşağın o anahtarla kolektif rüyanın kapısını açmasını dileyelim, umut edelim.
Uçmak için iki kanat yetiyor ama yaşamak için üçüncüsü gerekiyor galiba. Filmdeki şehir Berlin, oyuncu Bruno Ganz, konu da bir melek olunca ister istemez Wim Wenders’in filmi Berlin Üzerinde Gökyüzü de geliyor akla. Ama bu melek Roma’daydı. Bu başka bir melek. İki kanatlı değil, üçüncü kanadı da var. Üçüncü kanat da ütopya.
''Gürültü ve kalabalığın içinde, meleğin sessizliğinden rahatsız olduk.
O kanatlarını toprak ve çamura dokunmak için indirdi ve şöyle dedi: Tek ütopya üçüncü kanattır."
Theo Angelopoulos.........................................................................................................
Asghar Farhadi 2010

Son yirmi yılda İran sineması, kendini sıradan olanın yanına, günlük hayatın içine konumlandırırken, küçük olayların peşinden gitti. Farhadi, günlük olanın sinemasını yapmak anlamında, kendinden önceki kuşağın geleneğini sürdürse de, daha çok sıradan olanın trajedisini tarif etmek üzere tasarlanmış öyküler anlatıyor ve ağırlıklı olarak kentli orta sınıfla ilgileniyor.
Bir Ayrılık aynı zamanda başlangıcı da mutsuz olan bir film: Boşanmak için mahkemeye başvurmuş olan Nadir ve Simin kameraya bakarak tartışıyorlar. Kameranın durduğu yerde yargıç var. Hal tavır ve giyim kuşamlarından üst-orta sınıf mensubu olduğunu hemen anladığımız çift, 11 yaşındaki kızları Termeh’e daha iyi bir gelecek verebilmek için yurtdışına gitme hayali kurmuşlar. Ancak, Nadir’in babasının hastalığı kötüleyince, sonu ayrılığa varan bir anlaşmazlık baş göstermiş. Aslında hep üstünü örttükleri şeylerin ortaya dökülmesi için mazeret sanki bu gidemeyiş.
“Bir Ayrılık” bir yanıyla katı dinî kurallarla idare edilen bir toplumsal düzenin bireyleri nasıl köşeye sıkıştırdığını tasvir ediyor. Diğer yanıyla da okumuş, ekonomik bağımsızlığını kazanmış, hatırı sayılır geliri olan kadın ve erkekler arasındaki ilişkinin İran’da da tıpkı Batı’daki gibi kırılgan bir yapı arz ettiğinin, böylesi durumlarda bencilliğin zirve yaptığının altını çiziyor. Kentleşmenin, ekonomik refahın kadın ile erkeği daha kolay birbirinden ayırabildiğini gösteriyor. Beri yandan, fakir çiftimiz Razieh ve Hodjat üzerinden de yokluğun ve yoksulluğun insanları nasıl çaresizliğe itebildiğini isyankar bir biçimde betimliyor..............................................................
ARTİST
Michel Hazanavicius 2011
1920'li yılların sonunda Hollywood sinema sektörünü kökünden değiştirecek 'teknolojik' bir devrim yaşandı. Ses, "henüz hiçbir şey duymadınız" repliği ile film pelikülüne bir daha hiç ayrılmamak üzere girdi. Fakat sinema sektöründe yaşanan bu devrim boyutundaki bu değişim pek çok insanın mesleğini ve kariyerini de derinden sarstı.
1920'li yılların sonunda Hollywood sinema sektörünü kökünden değiştirecek 'teknolojik' bir devrim yaşandı. Ses, "henüz hiçbir şey duymadınız" repliği ile film pelikülüne bir daha hiç ayrılmamak üzere girdi. Fakat sinema sektöründe yaşanan bu devrim boyutundaki bu değişim pek çok insanın mesleğini ve kariyerini de derinden sarstı.

2011 Cannes Film Festivali'nin en gözde yapımlarından olan The Artist, başrol oyuncusu Jean Dujardin'e George Valentin performansı ile "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü kazandırdı. Film sinema sanatının sessiz dönemine bir saygı duruşu niteliğinde diyalogsuz, sessiz, siyah-beyaz ve saniyede 22 kare ile çekildi. Altın Palmiye adayları arasında da olan filmin yazarlığını ve yönetmenliğini ise Michel Hazanavicius üstleniyor.
....................................................................
TİRANOZOR
Paddy Considine 2010
Paddy Considine 2010

Filmin ismi, Joseph’in ölen karısına taktığı lakaptan geliyor. Joseph, filmde bu lakabın hikayesinin Jurassic Park’taki bir sahneyle alakalı olduğunu anlatıyor. Filmin anlatmak istediği şeyle ismi arasında bağlantı kurmak başta zor gelse de düşündükçe aslında vahşetin ve filmdeki köpek tasvirinin isim seçiminde yeri olduğuna kanaat getirebiliyorsunuz. Masumun ve masum olmayanın; her ikisinin de ölümle buluşmasını bu köpek tasviri üzerinden anlatıyor yönetmen.
Bir nevi inanç sorgulaması var Tyrannosaur’da. Yönetmen hiç şüphesiz dinin insana hiçbir şey katmadığını ve katmayacağını göstermeye çalışırken öte yandan tarihin gözler önüne serdiği dine dayalı şiddetin de tam tersini işliyor. Bu bağlamda bir ikilemde bırakıyor seyirciyi. Bir zaman sonra din inancı da şiddete yenilmek zorunda kalıyor. Çünkü insanın doğasında olan dürtüleridir, kafasında yarattıkları değil.
.......................................................................Roman Polanski 2011
Çocuk parkında birbiriyle kıyasıya dövüşen iki haşarı çocuk... Sıradan görünen bir kavgayı, ebevyenler bir ev davetiyle modern biçimde çözmeye ve tatlıya bağlamaya çalışır. Fakat ilk başta medeni biçimde konuşarak sorunu çözmeye çalışsalar da, sonrasında işler sarpa sarar ve herkesin birbirinden sakladığı foyası meydana çıkar. Hiç kimse küçük çaplı bu 'katliamdan' kaçamaz...
Fransız oyun yazarı Yasmina Reza'nın Tony Ödüllü "The God Of Carnage" adlı tiyatro oyunundan uyarlanan yapım, 11 yaşında iki çocuğun okulda kavga etmesinin ardından aileleri arasında başlayan tartışmanın doğurduğu ilginç olayları konu alan bir kara-komedi olarak nitelendiriliyor.
Oscar Ödüllü oyuncularından oluşan kadroyu (Kate Winslet, Christoph Waltz, Jodie Foster, John C. Reilly) Polonyalı sinemacı Roman Polanski yönetiyor...
.....................................................................
Dragan Bjelogrlic 2010
1930 larda Uruguay’ın Montevideo da yapılacak olan ilk dünya futbol şampiyonasına katılma hayali ile yaşayan bir grup gencin hikayesini konu alıyor. Rüyalarının peşinden koşan bu gençler gerçek birer yıldız ve efsane olmayı başaracaklardır. Bu rüya onların hayallerini tamamı ile gerçek kılacaktır.
...............................................................................
...........................................................................
TEHLİKELİ METOD
Yönetmen:Lars Von Trier 2003-2004
Üçleme (Dogville, Manderlay, Washington)
Başyapıtlar belli aralarla tekrar tekrar izlenmeli bence...Her seferinde farklı bir şeyler yakalamak ve hafızayı tazelemek açısından...
BAŞKA BİR DÜNYA
Rhoda (Brit Marling), bir partiden eve dönerken trajik bir kazayla karşı karşıya kalır. O andan sonra hayatı tamamen değişen genç kız, bilim insanlarının aynı günler içinde yaptığı keşifle de sarsılacaktır. Dünya benzeri bu gezegen, güneşin diğer tarafında keşfedilir ve ona bağlı olaylar dramatik bir şekilde gelişmeye başlar.İlginç konusuyla ilgi çeken ve bilim kurgudan daha çok, dram filmi olan Another Earth, Sundance Film Festival’inde ödüle layık görüldü. olarak bu yapım için sizlerin de yorumlarınızı bekliyor; iyi seyirler diyoruz............................................................................
TEHLİKELİ METOD
1904 yılında geçen hikaye, psikanalist Carl Jung ile hastası Sabina Spielrein arasında doktor-hasta ilişkisiyle başlayan ve daha sonrasında ise Freud'un da dahil olacağı çalkantılı bir ilişkiye dönüşen bir aşk üçgenini anlatıyor. Evli ve eşi bebek bekleyen Carl Jung, akli dengesi yerinde olmayan Sabina üzerinde Freud’un tartışmalı tedavi yöntemini ilk kez uygular; fakat tedavi ilerleyen aşamalarında Sabina ile yakınlaşmaktan kaçamaz. Bu üçlü ilişki gerilimi artırırken, Freud ve öğrencisi genç Jung'un arası da açılacaktır.
Freud ve Jung arasındaki büyük beklenti yaratan ve filmin belkemiği olması gereken psikanaliz sohbetleri ve yaşadıkları çekişme ise oldukça sığ, neredeyse müsamere tadında. Her iki karakterle de yolu kesişen Sabina Spielrein filmde daha merkezi bir rol oynuyor. Ama Keira Knightley’in gereğinden fazla abartılı bulduğum oyunculuğu ise maalesef izleyeni yabancılaştırmaktan başka bir etki yaratamıyor. Filmdeki en olumlu ve keyifli dakikalar ise, izleyenlerin çoğunun hemfikir olduğu üzere, Otto Gross’u canlandıran Vincent Casell’in göründüğü sahneler. Casell rolünde öyle inandırıcı ki, keşke sadece Otto Gross’un hayatını anlatan bir film çekilse ve Casell’i uzun uzun izlesek diye düşünmeden edemedim.
............................................................................
Yönetmen:Lars Von Trier 2003-2004
Üçleme (Dogville, Manderlay, Washington)
Başyapıtlar belli aralarla tekrar tekrar izlenmeli bence...Her seferinde farklı bir şeyler yakalamak ve hafızayı tazelemek açısından...
Lars von Trier üçlemenin son filmi Washington u henüz çekmedi... araya başka filmler girdi..... merakla bekliyoruz.
..............................................................

..............................................................

TOAST
Yönetmen:S.J. Clarkson 2010
Yönetmen:S.J. Clarkson 2010
Filmekimi 2010 da da gösterilen ,ünlü İngiliz aşçı ve yemek yazarı Nigel Slater‘in otobiyografisi niteliğindeki Toast’ın yönetmen koltuğunda S.J. Clarkson var. Yönetmeni dizilerden çok tanımamıza rağmen ilk kez bir uzun metrajlı yapımda görüyoruz. Zaten bu filmde bir sinema filminden çok televizyon filmi edasında. Zaten film BBC için yapılmış.
Film eğlenceli gidiyor. En dramatik sahnelerde bile insanı eğlendiriyor. Ancak komik sahnelerde abartılı bir şey yok. Yani film oldukça düz bir film. Hikaye bir aşçı ve yemek yazarının hayat hikayesi olunca ister istemez bol bol yemek karşınıza çıkacak diye bekliyorsunuz ancak bunların hiç biri filmde olmuyor.Oyunculuklar ve kullanılan müzikler güzel. Ancak hikaye kurgu havada. Yönetmen neyi anlatmak istemiş belli değil. Hikaye daha yalnızlığı ve aile dramını yemeğe olan ilgiden daha fazla anlatmış. Bu sebepten karşınıza eğlenceli bir dram çıkıyor.
................................................................................
İKİ ESCOBAR
Dünyanın en güçlü ve zengin uyuşturucu karteli lideri Pablo Escobar ile 1994 ABD-Kolombiya arasında oynanan dünya kupası futbol maçında kendi kalesine gol atan ve takımının elenmesine sebep olan, ülkesine döndükten sonra öldürülülen Andres Escobar’ın biyogrofileri. günümüzdeki mafya şike hadiseleri hala sıcakken neler döndüğünü çok açık şekılde anlatan bir belgesel,ben o dönemde 14 yasındaydım futbolu çok severdim maçların tümünüde izlemiştim ama dünya kupası maçları oyananırken Kolombiyada neler döndüğünü bilmek isterseniz mutlaka izleyin. .........................................................................

Yönetmen: Lynne Ramsay
Film aile’yi eleştiriyor. Ama bunu aileyi anlamaya, açıklamaya çalışan bir yerden yapmıyor. Aile nedir? Annelik nedir? Sorusunu sorduruyor. Anneliğin mucizevi bir şey olduğu, yani bebek sahibi olan kadının mükemmel bir donanım, farkındalık elde edivereceği düşüncesini yıkmaya çalışıyor. Aile üzerinden burjuva toplumunu da eleştiriyor. Rollerin toplumsal olarak kurulan, ama hassas dengelere sahip, bozulmaya müsait yapısını incelerken ezberleri bozuyor. Bunu da ergen bir çocuk ve çocuk sahibi olmaya hazır olmadan anne olmuş karakterler üzerinden yapıyor. İşte bu nedenle, bir kurban aramaması, Eva’ya, Franklin’e ya da Kevin’e işaret etmemesi açısından önemli bir film. Öğrenilmiş rolleri, sevgisizliği ve tüm bunların kaygan zeminini göstermesi açısından gerçekten önemli bir film. Bu roller, Kevin’in okulunun spor salonunda, tam on ikiden vuran oklarıyla dağılıyor. Ama böyle okuyarak da bilindik bir intikam hikâyesi olduğunu söyleyemeyiz. Örneğin, Kill Bill serisindeki gibi bir rahatlama yaşatmıyor. Yönetmen, bir şiddet hikâyesi anlattığının farkında ve bunu da estetikleştirmeden yapıyor. Mesela öldürme sahnelerini göstermiyor ve seyircinin sonunda rahatlamasını sağlayacak, skor yapmış gibi sevindiren bir uzlaşmacı tavrı da yok. Hikâyeyi, konunun ciddiyetinin farkında olarak anlatıyor,bu serinkanlı yaklaşım oldukça önemli.
Filmde güven duygusunun eksikliği, boşluk, yabancılaşma, sıkışmışlık hissi, anlamsızlık vurgusu var. Bunlar burjuva toplumunu tanımlamaya yarayan ögeler olarak karşımıza çıkıyor. Çocuklar her zaman acımasızdılar, ama artık okul arkadaşlarını öldürüyorlar. ABD’de liselerdeki şiddet ve cinayet haberleri, Avrupa’da son yıllarda artan bebek cinayetleri, düşünüldüğünde, film güncel ve ciddi bir konuya değiniyor.
..........................................................................
Yönetmen: Xavier Dolan
Cannes 2009'un en çok konuşulan filmlerinden biri olan Annemi Öldürdüm?ün merkezinde gay lise öğrencisi Hubert var; onun en yakınındaki, aynı zamanda da en uzağındaki insan ise annesi Chantale! Aralarındaki aşk-nefret ilişkisi öyle boyutta ki oğlan, okuldayken annesinden ölmüş gibi bahsedebiliyor. Birlikte olduklarında ise mekan gözetmeksizin kavga ediyorlar?
Hubert, annesinin düzenbazca manevralarından ve suçluluktan bunalmış, onu küçümsemekten kendini alamıyor. Bu aşk/nefret ilişkisinin kafa karışıklığıyla Hubert ergenliğin gizemlerine sürükleniyor. Henüz yirmi yaşındaki Xavier Dolan yazıp yönettiği ve başrolünde oynadığı ilk filminde son derece açık sözlü.
...........................................................................Hubert, annesinin düzenbazca manevralarından ve suçluluktan bunalmış, onu küçümsemekten kendini alamıyor. Bu aşk/nefret ilişkisinin kafa karışıklığıyla Hubert ergenliğin gizemlerine sürükleniyor. Henüz yirmi yaşındaki Xavier Dolan yazıp yönettiği ve başrolünde oynadığı ilk filminde son derece açık sözlü.
Radyo programları için metin yazarlığı yapan 27 yaşındaki Adam, nadir görülen bir kanser türüne yakalanmıştır. En iyi dostunun, annesinin ve kanserle mücadele derneğindeki terapistinin yardımlarıyla, Adam hayattaki en değerli şeyleri yeniden keşfedecektir...
Gerçek bir hikayeden yola çıkılarak çekilen 50/50 adlı yapım dostluk, sevgi ve hayata tutunma üzerine mizahi bir yaklaşım getiriyor. Başrollerini Joseph Gordon-Levitt ve Seth Rogen paylaştığı filmin yönetmenliğini ise Jonathan Levine üstlenirken senaryoda gerçekten kansere yakalanan ve bu tedavi sürecini deneyimlemiş olan Will Reiser'ın imzası var...
............................................................................Gerçek bir hikayeden yola çıkılarak çekilen 50/50 adlı yapım dostluk, sevgi ve hayata tutunma üzerine mizahi bir yaklaşım getiriyor. Başrollerini Joseph Gordon-Levitt ve Seth Rogen paylaştığı filmin yönetmenliğini ise Jonathan Levine üstlenirken senaryoda gerçekten kansere yakalanan ve bu tedavi sürecini deneyimlemiş olan Will Reiser'ın imzası var...
Yönetmen:Özcan Alper
Üniversitede müzik araştırmaları yapan Sumru, ağıt derlemeleri üzerine yaptığı tez çalışması için birkaç aylığına İstanbul'dan ülkenin güneydoğusuna doğru bir yolculuğa çıkar. Başta kısa süreceğini sandığı yolculuk Sumru'nun hayatının en uzun yolculuğuna dönüşecektir. Sumru'nun bu yalnız yolculuğunda ona Diyarbakır'da tek başına kalmış eski bir kilisenin bekçisi olan Antranik amca, Diyarbakır sokaklarında korsan DVD satan Ahmet ve bölgede sürmekte olan 'adı konulmamış savaşa' tanıklık eden pek çok karakter eşlik edecektir.
Sumru, üç ay boyunca kaldığı Diyarbakır'da izini sürdüğü ağıtların öykülerini ararken ertelediği kendi acısıyla da yüzleşir. Hakkari'de bulunan boşaltılmış bir dağ köyüne doğru yola çıkarken bu tehlikeli yolculuğa anlam veremeyen Ahmet'in "Neden özellikle bu köy, ne var orada?" sorularını yanıtsız bırakır.
.....................................................................

Yönetmen:Krzysztof Kieslowski 1993- 1994
Başyapıtlar belli aralarla tekrar tekrar izlenmeli bence...Her seferinde farklı bir şeyler yakalamak ve hafızayı tazelemek açısından... Kieslowski her seferinde daha farklı güzel bir tat bırakıyor...
...................................................................................................
DEVRİMDEN SONRA
Yönetmen:Mustafa Kemal Aybastı 2011

Ütopik bir Türkiye resmi çizen filmin senaristliğini ve yönetmenliğini Mustafa Kenan Aybastı üstlenirken, Mert Fırat, Levent Ülgen, Cezmi Baskın, Metin Coşkun, Fırat Tanış, Altan Gördüm, Suna Selen, Aytaç Arman gibi isimlerden oluşan geniş bir oyuncu kadrosu filmi sırtlıyor. Yapımın müziklerinde ise Cahit Berkay, Akın Eldes, Emin İgüs, Ayşe Tütüncü, Volkan Akkoç gibi isimlerin kolektif imzası var. Devrimden Sonra , Bağımsız filmlerin ve bağımsız yapımların gösterimini üstlenen Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nin ortaya çıkarttığı bir yapım.
Yönetmen:Luis Bunuel 1961
Bunuel, Viridiana'da Hıristiyanlık değerlerinin yozlaşmasında burjuvazinin rolünü vurgular. Burjuvazi, Bunuel'in gözünde, ayrıcalıklarını ve mal varlığını korumayı başaramamış aristokrasinin ardılıdır. İktidarın (sınıf değiştirmeyip) ideolo...ji değiştirmesi, toprak aristokrasisinin Hıristiyanlıkla bağlantılı değerleri için de tehlike çanları çaldırır. Kilisenin temsilcisi Viridiana da yozlaşmadan payını alır. Aristokrasinin manevi değerlerini desteklerken, çok geçmeden burjuvazi ile işbirliği yapar. İktidarı yine elinde tutar, ama işlevinin gerektirdiği ahlaki değerleri yitirir. Viridiana'da 'son yemek' tasviri filmin en önemli sahnelerinden biri. Öyle ben iyiyim inançlıyım yoksul halkı düşünüyorum diyen ve vicdan tatmininden başka bir şey olmayan bir anlayışın filmin temel anlatımını oluşturur.Eşitlik sağlanmadan neyin iyiliğini yapıyorsunuz der film.Ve yoksul dilenciler sonunda eşitliği sağlarlar..
.................................................................
NAZARİN
Yönetmen:Luis Bunuel
''Tanrı'ya şükür tanrıtanımazım.''Bunuel bu ünlü iranik değişini dini öyküler anlattığı birçok filminde öyküye yedirerek üstü kapalı olarak anlatmıştır."Nazarin" filmi, aşkın ve dayanışmanın yetersizliğini anlatan bir masal ve dindar bir görüşün hayalkırıklığıyla bezenmiş yolculuğunun hikayesidir. Nazarin’de Buñuel sinemasının en gizemli ve karanlık sahneleri yer almaktadır, gülen İsa, bir ovaya çekilip ağlayan kız çocuğu, ısırığa dönüşen öpücük ve filmin durgun bitiş sahnesi...Filmde İsa’nin öğretilerini ve örneğini uygulamaya kalkan bir rahip (Paco Rabal) tıpkı öncülü gibi, iki yüzlü ve kapitalist bir toplum tarafından yargılanır, kullanılır, haksızca hapsedilir.Tuhaf bir şekilde, bu fedakar ve faziletli adamın kaderi en ufak bir sempati duymadan sergilenir. Buñuel trajik kahramanına karşı hiç şefkat göstermez ve neticede onun menfi eleştirisini ortaya koyar. Son hapishane sahnesinde bir kafirle yaptığı konuşma onu, Hıristiyan değerlerini-ki bunların içinde onun en değer verdiği yardımseverlik kurumu temel öğedir-uygulamaya çalışmanın anlamsız olduğu konusunda ikna eder. Böylece, tutsaklığa doğru kararlılıkla ilerler. Fakat tam bu noktada sempatik bir meyve satıcısının kendisine yardımseverce sunduğu ananası almak ya da almamak gibi hayati önemde bir ikilemle karşı karşıya kalır. İlk anda bu sadakayı reddedişindeki kararlılık, kendisinin de bir zamanlar yaptığı statükonun adaletsizliğini hiçbirşey değiştirmeden devam ettirmeyi ve haklı çıkarmayı reddedişi temsil eder. Fakat sadakayı kabul ederek, var olan düzeni tekrar kabul eder ve Buñuel tarafından acımasızca parodileştirilir. Nazarin böylece kralların kralıyla her zamankinden daha fazla özdeşleşmiş olarak ordan ayrılır. Ustaca kullanılmış son görüntü standart simgeyi iyice belirginleştirir, öyle ki sol elinde gururla tuttuğu majestenin küresinin aslında bir ananas olduğunu anlamamızla her şey altüst olur.
...............................................................
.jpg)
AKASYALAR
Anlamsız ve absürd sahnelerle zenginleştirdiği Le Fantome de la Liberte (The Phantom of Liberty / Özgürlük Hayaleti) filminde Bunuel, hem hiçbir şey anlatmıyor, hem de çok şey anlatıyor. Bir yandan çevremizdeki zincirleri kutsarken, bir yandan anarşiyi yüceltiyor. Mantıksız ve subkortikal davranışlarımızı (mesela simetri hastalığı olduğunu söyleyen adamın simetriyi bozma davranışlarını) Freudyen temaslarla yüzümüze vurarak bir ayna vazifesi görüyor. Alışılmış öykü anlatım kurallarını yerle bir edip sınırsız özgürlüğünü ilan eden Luis Bunuel’in bu özgürlük anlayışı komünizme selam çakarak, küçük burjuva ve konformistlerin peşinde hayalet gibi koşturuyor mudur acaba?
KÜRESELLEŞME ÜÇLEMESİ – DÜKKÂN SAVAŞLARI
Yönetmen: Micha X. Peled...2001
San Francisco En İyi Belgesel
2001 Columbus Bronz Plaket
2002 Washington Altın Kartal Ödülü
Micha X. Peled’in “Küreselleşme Üçlemesi”nin ilk bölümü olan Dükkân Savaşları, tüketim aşamasına odaklanıyor ve dünyanın en büyük perakende satış şirketi Wal-Mart’ın küçük bir kasabada bir mega alışveriş merkezi kurma kararı üzerine yaşanan, kasabayı ikiye bölen tartışmayı gözler önüne seriyor. Öyküdeki olaylar ABD’nin Virginia eyaletinin Ashland kasabasında, ilk halk toplantısından son belediye meclisi karar toplantısına kadar geçen bir yıllık dönemi kapsıyor. Filmin karakterleri arasında belediye başkanı, belediye meclisi üyeleri, Wal-Mart temsilcileri ve alışveriş merkezine karşı çıkan “Pembe Flamingolar” toplum kuruluşu bulunuyor.
.............................................................
Yönetmen: Micha X. Peled ... 2005
IDFA (Amsterdam) İnsan Hakları Ödülü
2005 Mar del Plata En İyi Belgesel
2005 Şikago Hugo Ödülü
2005 Vermont Mansiyon
Mavi Çin, üretim-tüketim zincirinin halkalarından imalat safhasını inceleyen yürek parçalayıcı ve dokunaklı bir film. Öykü bizi Jasmine, Orchid ve Li Ping’in katı çalışma koşullarında hayatta kalma uğraşı verdikleri bir blucin fabrikasına götürüyor. Bu işçilerin yaşamı bir noktada fabrikanın sahibi Bay Lam’ın yaşamıyla kesişiyor. Fabrikanın hem üst hem de alt seviyelerinden bakış açılarını yansıtan film, hem Çin’in hem de çokuluslu perakende satış şirketlerinin bizden sakladıklarını, yani satın aldığımız kıyafetlerin aslında nasıl üretildiğini gözler önüne sermek üzere gizlice çekildi.
..............................................................
YERALTI
Yönetmen:Zeki Demirkubuz...Karanlık filmlerin yönetmeni Zeki Demirkubuz, ünlü Rus yazar Dostoyevsky'nin Yeraltından Notlar adlı klasik yapıtından esinlenerek kurguladığı son filmini Ankara'da çekti. Başrolde televizyon komedilerinden sonra sinemada dramatik karakterlere geçiş yapan Engin Günaydın'ı seyrettiğimiz film bu sezonun öne çıkan yerli yapımları arasında yer alıyor.
Nefret ettiği eski arkadaşlarının akşam yemeğine kendisini zorla davet ettiren Muharrem'in, bu yemek ile birlikte başlayan didişmeleri, ego gösterileri sonucu eski defterlerin açılması ile utanç dolu hesaplaşmalarla karşı karşıya kalmasını konu alan Yeraltı, bireyin varoluşsal sorunlarını irdeleyen bir film.
Zeki Demirkubuz'un Yeraltı filminin galası 31. İstanbul Film Festivali'nde yapıldı.
.............................................................................
Hugo Cabret Paris tren istasyonunun duvarları arasında gizlice yaşayan ve saatlerin düzgün çalışmasından sorumlu olan kimsesiz bir çocuktur. Bir müze yangınında saat ustası babasını kaybeden Hugo, ondan yadigar kalan bir "automaton"u da gizlice tamir etmeye çalışır. Bu arada Paris tren istasyonunun güvenlik görevlisinden sürekli saklanır, oyuncak dükkanı sahibi Bay Georges'tan (Méliés) çaktırmadan mekanik parça aşırır. Bir gün Georges'un manevi kızı Isabella ile tanışması Hugo'ya yeni bir dünyanın kapılarını daha açacaktır...
Yönetmen: Leos Carax
Film tam çevrildiği yılda, yani 1986'da geçiyor, ama yakın gelecekten de söz ediyor. Hem bir polisiye, hem bir aşk öyküsü hem de bir masal. Gangster filmlerinin modern bir çeşitlemesi olarak da nitelenebilir. 1986, Halley kuyruklu yıldızının geri dönüş yılıydı. Carax, filmini bu olayın en azından Fransa'da yaratacağı gelişmeler üzerine kurmuş. Paris, dünyanın son günlerini andıran bir hava içindedir. İklim tümüyle değişmiş, geceler dayanılmaz sıcaklıkta olmuş ve STPO adlı bir virüs, sadece sevmeden sevişenleri mahvetmektedir. İki rakip çete, bu virüsün geliştirilmekte olan serumunun peşine düşmüştür. Alex ve kız arkadaşı, yaşlı gangster Marc'la birlikte, herkesten önce bu serumu elde etmek için bir plan yapmaya girişirler. Filmde hiçbir şey kesin değil, her şey bir sis bulutunun ardında gibi. Hiçbir karaktere psikolojik derinlik verme çabası görülmüyor. Başka bir yönetmenin ve kameramanın elinde, böyle bir senaryodan basmakalıp bir film çıkabilirdi. Ancak, Carax sihirli bir dokunuşla soluk kesici bir çalışma ortaya koymuş.
.......................................................................
GECE BEKÇİSİ
Yönetmen:Liliana Cavani
1957 yılında Viyana'da şık bir otelde gece görevlisi olarak çalışan mütevazı görünümlü ve sessiz bir adam olan Max (Dirk Bogarde)'in sıradan yaşantısı, bir gün Amerikalı bir beste
GANGSTER'S PARADISE JERUSALEM
Yönetmen:Ralph Ziman
Güney Afrika'yı ve orada yaşayan insanların nasıl şartlar altında bir hayat sürdüğünü gözler önüne seren bir film. Afrikada işlerin nasıl yürüdüğünü, adaletin, eşitliğin hiçe sayıldığını, elinde silah bulunanın üstün olduğu bir ülkede masum insanların ezildiği, mafyaların krallaştırıldığı acı bir hayata değiniliyor.
Filmde anlatılan karakterler is
İÇİMDEKİ YANGIN-İNCENDİES
Yönetmen:Denis Villeneuve
Lübnan asıllı Quebec’li yazar Wajdi Mouawad‘ın “Scorched” adlı ödüllü oyunundan uyarlanan Incendies; Denis Villeneuve imzalı bir şekilde bu yıl “Yabancı Dilde En İyi Film” dalında Kanada’nın Oscar adayıydı. Fakat özellikle yabancı basından gelen haberler Incendies’ın taş gibi bir film olduğu yönündeydi. Kuşkusuz bu yorumları karşılıksız bırakmayacak derecede iyi olan film, ülkemizde 30. İstanbul Film Festivali’nde prömiyerini yaptı ve 29 Nisan’da “İçimdeki Yangın” adıyla gösterime girdi,Nawal Marwan adında Lübnanlı bir kadının ilginç vasiyetiyle başlıyor.. “Yüzü koyun ve çıplak bir şekilde, mezar taşı olmadan, kimsenin bilmediği bir yerde” gömülmek isteyen anne, ikiz çocukları Jeanne ve Simon Marwan‘a tüm mal varlığını paylaştırmanın yanında üç de zarf bırakmıştır. Noter eşliğinde bu zarfların içinde yatan istekleri öğrenen ikizler; şoke olurlar. Kızından babalarını bulmasını isteyen Nawal Marwan, oğlundan da ağabeylerini bulmasını isteyip bu zarfları “onlara” ulaştırmalarını ister.
.............................................................................
SON GECE- Last Night(2010)
Yönetmen:Massy Tadjedin
Sadakatsizlik nedir? Sevişmek? Flört etmek? Aklından geçirmek? New York’lu mükemmel çift Joanna ve Michael, Michael’ın çekici ve işveli bir arkadaşıyla çıktığı iş gezisi sonrası aldatmak, pişmanlık ve arzu üzerine acı bir biçimde kafa yoracaktır. Ama bunun sonucunda Joanna eşini suçlayacak ve başkasının kollarına itecek, sonra da kendisine hâlâ âşık olan eski erkek arkadaşıyla öylesine buluşacaktır. Bu işin sonu nereye varacaktır? İran asıllı Amerikalı senarist Massy Tadjedin’in ilk yönetmenlik denemesi olan bu romantik dram, 2010 Toronto Film Festivali’nin kapanış filmi oldu.
Hikaye evli bir çifti konu almaktadır. Ayrı geçen bir gecede koca kendisinden hoşlanan meslektaşıyla iş seyahatine çıkar. O, meslektaşının kendisini ayartmasına direnirken karısı da eski bir sevgilisine rastlar.
.........................................................................................................
JANE EYRE
Yönetmen:Cary Fukunaga 2011
Jane Eyre, 10 yaşındayken öksüz kalmış ve mutsuz bir çocukluk dönemi geçirmiştir. Babasının öldüğünü zanneden Jane, kendisine adeta bir köle gibi davranan halası tarafından oldukça katı disiplinli bir yatılı okula gönderilir. On yıl boyunca bütün hayatının geçtiği bu yatılı okuldan mezun olduktan sonra kendisi de aynı çatı altında öğretmen olarak çalışmaya başlar. Bir süre sonra da Edward Rochester’ın malikânesinde çocuklara mürebbiyelik yapmaya başlar. Burada Bay Rochester’la karşılaşan Jane Eyre, gitgide büyüyen bir dostluğun ardından ona aşık olduğunu fark eder. Nihayet aradığı mutluluğu bulduğunu sanan Jane Eyre'in sevinmesi için henüz çok erkendir. Sonsuza dek süreceğini düşündüğü bu mutluluk Bay Rochester'ın korkunç sırrıyla yerle bir mi olacaktır? Erkek egemen bir toplumda kadının tek başına ayakta kalabileceğini kanıtlamak için savaşan Jane Eyre'nin macerası, Charlotte Bronte'nin feminist edebiyatın en önemli klasiklerinden biri sayılan aynı isimli eserinden bu sefer Moira Buffini tarafından uyarlandı. Yönetmen koltuğunda kısa filmleriyle bilinen Cary Fukunaga otururken, başroldeki Jane Eyre'i ise yakın zamanda İki Kadın Bir Erkek, Restless gibi yapımlardaki başarılı performansıyla seyrettiğimiz Mia Wasikowska canlandırıyor.
.........................................................................
AŞK VE KAN
Yönetmen:Anjelina Joly
1990'lı yılların başında Balkanlarda Bosna Savaşı sürerken, Sırbistan için savaşan asker Danijel, esir kampında tutulan ve savaştan da önce tanıdığı Bosnalı Ajla ile yeniden karşılaşır. Farklı etnik kökenlerden gelen ve aslında düşman olması gereken bu iki insan, geçmişten gelen duyguları ile içinde yaşadıkları zorunlu savaş koşulları arasında kalırlar. Bir zamanlar birbirleri için çok değerli olan bu iki insanın hislerini, savaşın zalimliği köreltmiştir...
Hollywood'un en seksi starlarından Angelina Jolie'nin henüz daha proje aşamasındayken çok konuşulan filmi, bir savaş dramı. Filmin senaristliğini de üstlenen Jolie kamera arkası için oldukça iddialı. Amerika'da 23 Aralık'ta gösterime giren yapım, ülkemizde de 'merakla beklenenler' kategorisinde yer alıyor...
..........................................................................
CENNETTEKİ ÇÖPLÜK
.........................................................................
Yönetmen: Michael Haneke 2012
Aşk, ölüm... Peki arada ne var? Hayatın en zor anlarını beyazperdeye taşıyan Aşk Haneke'ye Cannes'da Beyaz Bant'tan üç yıl sonra ikinci kez Altın Palmiye'yi kazandırdı. Filmin kahramanları Georges ve Anne, seksenli yaşlarını sürmekte olan, birbirlerine çok bağlı, kültürlü, emekli müzik öğretmenleridir. Kendisi de bir müzisyen olan kızları yurtdışında yaşamaktadır. Bir gün, Anne felç geçirir. Aralarındaki sevgi bağı gitgide zorlanırken ölüme hazırlanırlar. Avusturya'nın Oscar adayı ilan edilen bu iç burkan dram, merhametli olduğu kadar acımasız, gerçekçi ve yürek paralayıcı.
MELEKLERİN PAYI
Yönetmen: Ken Loach 2012
Siyasetle mizahı ustalıkla bir araya getiren yönetmen Ken Loach, bir kez daha gediklisi olduğu senaryo yazarı Paul Laverty ile el ele veriyor ve İskoçya'nın en büyük şehri Glasgow'da bir grup genç suçluyu merceği altına yatırıyor. Çiçeği burnunda baba Robbie, hapisten kıl payı kurtularak zorunlu kamu hizmetine çarptırılır ve burada Rhino, Albert ve Mo ile tanışır. Robbie'nin sonradan ortaya çıkan viski uzmanlığı ve tadım hassasiyeti sayesinde çetemiz açık hava, İskoç yaylaları ve yaşamlarının en büyük rizikosuyla karşılaşacaktır.
..............................................................................
HAVANA'DA 7 GÜN
Yönetmen: Benicio del Toro, Pablo Trapero, Julio Medem, Elia Suleiman, Gaspar Noé, Juan Carlos Tabio, Laurent Cantet 2012
Yedi günde geçen yedi hikâye. Yedi yönetmenden tek bir kent: Havana! Sırasıyla haftanın günleri ilerlerken, farklı karakterlerin hem gündelik hem de olağandışı hayatları gözler önüne seriliyor. Filmi samimi ve gerçekçi kılan ise şehre turistik bir gözle bakmayıp şehrin ruhunu özümseyerek, farklı nesil ve kültürleri zengin bir yelpazede bir araya getirmesi. Her bir hikâyenin konusu farklı olsa da karakterler ve mekânlar da bazen hikâyeler arasında geçiş yapıyor. Havana'ya has sıcak ve yoğun duyguları yakalayan filmde ilk yönetmenlik denemesiyle oyuncu Benicio del Toro'nun yanı sıra kendi yönettiği bölümde başrolü oynayan Elia Suleiman ve bu kez kameranın önüne geçen yönetmen Emir Kusturica da yer alıyor.
........................................................................
KAPI
Yönetmen: István Szabó 2012
İki kadının arkadaşlığı nereye varabilir? Sinemasal öykülerin ustası Macar yönetmen István Szabó'nun 1960'larda geçen son filmi işte bu sınırları keşfe çıkıyor. Filmin başrollerinde bütün karizmasıyla Helen Mirren ve Başkalarının Hayatı filminden tanıdığımız Martina Gedeck var. Roman yazarı olmak isteyen Magda, günlük işlerinde yardımcı olması için yaşlı çamaşırcı Emerenc'i ikna eder. Hizmetleri kusursuz olsa da Emerenc huysuz, ters ve katıdır. Geçmişi meçhuldür; kasabada hakkında şüphe ve dedikodular yürümektedir. Zamanla, tüm tuhaflıklarına rağmen Emerenc ile Magda arasında garip olduğu kadar sağlam bir bağ kurulacaktır.
................................................
ACI
Yönetmen: Kim Ki-duk 2012
Zalimliğimiz ve para hırsımız yüzünden birbirimize inancımızı kaybetmiş olabilir miyiz? Hepimiz aslında Tanrı'nın merhametini mi bekliyoruz? Tefeciler adına çalışan zalim bir adam, patronlarının alacaklarını her ne yöntemle olursa olsun toplamaya alışmıştır. Ailesi ya da dert edeceği sevdikleri olmadığı gibi işini sınırsız kötülükle yapabilme yolunda ne korkusu ne de tereddüdü vardır. Bir gün karşısına bir kadın çıkar ve annesi olduğunu iddia ederek yıllar önce onu terkettiği için özür diler. Adam başta kadına inanmaz; herhangi bir anne hatırası yoktur. Ama kadına bağlandıkça onun korkunç bir sır sakladığını anlar. Kore'de şiddet sahneleri yüzünden şimdiden büyük tartışma yaratan Acı, ilk gösterimini Eylül'de Venedik Film Festivali'nde gerçekleştirdi.
..........................................................
MARLEY
Yönetmen: Kevin Macdonald 2012
Görüp görebileceğiniz en samimi Bob Marley filmi... Bob Marley'in evrenselliği, müzik tarihine katkısı ve toplumsal, siyasal bir öncü olarak üstlendiği rol tek kelimeyle benzersiz. Marley, bir müzisyen, bir devrimci ve bir efsane olarak gençliğinden uluslararası yıldız oluşuna dek bu efsane sanatçının yaşam öyküsünü anlatıyor. Marley ailesinin desteğiyle gerçekleştirilen filmde daha önce gün yüzüne çıkmamış görüntüler, inanılmaz performanslar ve yakın dostlarıyla yapılmış röportajlar da yer alıyor. İlk kez Berlin Film Festivali'nde izleyiciyle buluşan filmin yönetmeni, İskoçya'nın Son Kralı filmini de çeken Kevin Macdonald filmde, ölümünden 30 yıl sonra bile Bob Marley'in nasıl hâlâ dünyanın dört bir yanındaki insanlara hitap etmeyi sürdürdüğünü inceliyor.
........................................................................
KIRIK MİDYELER
Yönetmen: Seyfettin Tokmak 2012
Hakim bu kentte yaşayan hemen hemen tüm Mardinliler gibi umudu midyecilik işinde arar, fakat bu hayal sandığı kadar kolay gerçekleşmez. İş bulamadıkları için kaldıkları üçüncü sınıf pansiyona bile borçları birikir. Pansiyon sahibi kurt Cevat iki gencin saflığını ve çaresizliğini fırsat bilerek onları borçlarına karşılık kendi pis işlerinde kullanmaya başlar. Bu arada da Almanya'ya yazdıkları hiçbir mektuba cevap alamazlar. Aynı pansiyonda kalan Boşnak Medina ile kızı Elma da zor durumdadır, üstelik Elma kalbinden rahatsızdır. Hâkim pansiyonda kalan bir grup kaçak Nijeryalı ile yurt dışına kaçma planları yaparken, Medina'nın bir anda ortadan kaybolması, işleri daha da çıkmaza sürükleyecektir.Seyfettin Tokmak'ın yönetmenliğini üstlendiği film 30. İstanbul Film Festivali'nde yurt dışındaki çeşitli festivallerde seyircilerle buluşmuştu.
..........................................................................
GÖZETLEME KULESİ
Yönetmen:Pelin Esmer 2012
Nihat ıssız bir ormanın tepesinde bir yangın gözetleme kulesine bekçi olarak sığınmıştır. Seher ise Tosya'da otoyol kenarında küçük bir otogara kendisini zor atmıştır. Başkalarından kaçarken birbirlerine denk gelen bu iki insan suçluluk duygularına karşı, kendi kendilerine verdikleri savaşı birlikte sürdürmek zorunda kalırlar.
Pelin Esmer'in kaleminden ve yine kendi yönetmenliğinde beyazperdeye aktarılan filmin baş rollerini Olgun Şimşek ve Nilay Erdönmez paylaşıyor. Kastamonu'nun Tosya ilçesinde çekilen filmin ortak yapımcıları arasında Arizona Films ve Bredok Filmproduction da yer alıyor. Film iki belgeselden sonra 11'e 10 kala'ya imza atan Esmer'in ikinci uzun metrajlı işi.
................................................................
MİSAFİR
Yönetmen:Ozan Aksungur 2011
Aslen Kütahyalı olan Oktay, Paris’te yaşadığı uzun yıllar sonrasında memleketine geri döner. Fakat babaevine döndüğü ilk geceden itibaren geçmişte kalan izlerle yüzleşmek zorundadır.
Tesadüfen karşılaştığı uzak akrabası Ayşe’yi görmesi ise kafasını allak bullak edecektir. Ayşe mutsuz bir evlilik sürdüren, dört duvar arasına sıkışmış, sıkıntılı bir taşra hayatı sürdürmektedir. Sadece oğlu Ahmet ve komşusu Makbule ile yaşadığı gizli ilişki onu yaşama bağlayan şeylerdir. Şimdi ise Oktay, yeniden karşısına çıkmıştır… Ozan Aksungur’un senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiği filmin başrollerini Halit Ergenç, Lale Mansur, Yeşim Ceren Bozoğlu ve Murat Mahmutyazıcıoğlu paylaşıyor.
.......................................................................
ROMA'YA SEVGİLERLE
Yönetmen:Woody Allen 2012
Amerikalı tanınmış mimar John, gençliğinin kenti olan Roma’da tatildedir. Gençliğinin sokaklarında gezerken, henüz genç bir adam olan Jack ile karşılaşır. Jack'in ise başında sevgilisi Sally’nin güzel ve belalı arkadaşı olan Monica derdi vardır. Jack Monica’ya gitgide aşık olurken, Jack'de onda kendi gençliğini görür...
Woody Allen, Avrupa turunun Roma durağı olan son filminde, seyircisini ölümsüz bir şehir olan Roma'da birbirinden farklı karakterlerin birbirinden farklı hikayelerinin içine sokarak, bazen şehrin herhangi bir sakini bazen de yazın gelen herhangi bir turistin hayatına girerek romantik ve macera dolu bir geziye çıkartıyor. İtalya'ya çeşitli nedenlerle gelen Amerikalılar ve İtalyanların başlarından geçen romantik ve komik anlar birbirinin içine geçiyor. Alec Baldwin, Ornella Muti, Penolope Cruz, Jesse Eisenberg, Alisson Pill, Roberto Benigni gibi oyuncuların bir araya geldiği film, güçlü oyuncu kadrosuyla da dikkat çekiyor.
.........................................................................
HUNGER-AÇLIK
Yönetmen:Steve McQueen(II) 2008
IRA ile ilgili olarak çekilmiş filmde, Bobby Sands'in insanlık dışı muamelelere maruz kalışındaki sertliği adeta yaşıyorsunuz. Diyalogsuz sahnelerin vuruculuğu ile başlayan film, tüm filme yayılan dehşetli gerçeklik duygusu ile izleyeni kavrıyor.
Mahkumların battaniye ve yıkanmama eylemleriyle ilerleyen direnişleri, altı hafta süren açlık grevi ile doruğa çıkıyor. Hayatı mücadele ile geçmiş Sands’ın kendi vücudunu yaşamının son savaş alanı olarak addedmesiyle yaşanan dramatik süreç muazzam bir etkileyicilikle gözler önüne seriliyor.
Filmin etkileyiciliği sadece Sands önderliğindeki mahkumların direniş destanından ibaret değil. Zira hapishane mahkumlar için olduğu kadar gardiyanlar için de tam bir cehennem. Gardiyanların da alt üst olmuş psikolojisini izliyoruz filmde.
............................................................................................
AMERİKALI AMCAM
Yönetmen:Alain Resnais 1980
Birey mümkün müdür, hayatımızın en önemli dönüm noktalarında verdiğimiz kararlar ne ölçüde toplumsal uyumu gözetir, ailemizin, okulların, hatta sinema gibi kitle sanatlarının adeta bir deney faresiymişiz gibi habire önümüze koyduğu ödül ve cezaların sonraki kararlarımızda, arzularımızı gerçekleştirme iradesi elimizdeyken tuttuğumuz yolda etkisi, belirleyiciliği nedir? Bu tür soruları filmde de bizzat rol alıp teorisini anlatan davranışsal kuramcı ve fizikçi Henri Laborit’le tartışıyor Resnais, parçalı bir kurguyla, işinden, ailesinden, aşkından emin olamayan üç karakterin (bir tanesi gencecik Gérard Depardieu) hayatlarını kesiştirerek... Adı Yeni Dalga’yla anılmasına rağmen kendi kıta sahanlığını maharetle örmüş bulunan Alain Resnais’nin adı, “Hiroshima, mon amour” sayesinde “tüm zamanlar” listelerinin en tepesinde bulunur hep. Kolay filmleri de vardır, ama mesela “Geçen Yıl Marienbad’da” gibi denemelerin sonunu getiren de azdır, her ne kadar bizim sinemamıza varana kadar çok etkili bir “entel sineması” dili yaratmış bulunsa da. “Amerikalı Amcam”, salt insan hafızasında değil, belki bireyin toplumsal inşaatında da dolaştığı için ağır ve labirentli “Marienbad”dan daha kolay, ama daha az karışık olmayan bir “seyirlik”. Pera Müzesi’nin aralık ayına yayılan dev hizmeti Resnais retrospektifi “Gizem, İmge ve Bellek”in hazinelerinden biri.
.......................................................................
RUBY SPARK
Yönetmen: jonathan Dayton, Valeri Faris 2012
Calvin genç yaşında büyük başarı elde etmiş ama hızlı yükselen kariyerinde şimdi duraklama evresine giren bir yazardır; sanki ilhamı tutulmuştur. Bu durumla başa çıkmak içinse ilginç bir yol dener. Kendini yeni bir romansın içine sokmaya karar verir ve kendisini seveceğini düşündüğü bir dişi karakter yaratır, ve adını Ruby koyar. Fakat bir hafta sonra Ruby kanlı canlı salondaki kanepede oturuyordur! Calvin kelimelerinin nefes alan bir canlıya dönüştüğünü görünce ne yapacağını şaşırır...
Baş rollerini Paul Dano, Zoe Kazan ve Annette Bening'in paylaştığı filmin senaryosu Zoe Kazan'a ait. Yönetmen koltuğunda Jonathan Dayton ve Valerie Faris ikilisinin üstlendiği filmin yurt dışı eleştirmen notu ise oldukça yüksek.
..................................................................
TEPENİN ARDI
Yönetmen:Emin Alper 2012
Nusret biri uysal diğeri deli fişek iki oğlunu alıp dedelerinin çiftliğine hava değişikliği olsun diye götürür. Zafer askerlik sonrası yaşadığı bunalımla ne kadar içine kapanıksa, kardeşi bir o kadar laf dinlemez, haşarı bir delikanlıdır. Dede Faik ise kendi çiftliğinin çevresinde gezinen keçi sürüleriyle ve özellikle onların sahibi olan çobanlardan şikayetçidir. Çevresinde ne olup biterse onlardan bilmektedir. Nereden geldiği belli olmayan bir silah patlaması ve sonrasında yaşananlar çiftliktekilerin huzurunu büsbütün bozacaktır.
Bir Western filmini andıran atmosferi ve mekan kullanımıyla gerilim dolu bir aile trajedisini anlatan film, sorunlarıyla yüzleşmek yerine bir düşman ve günah keçisi yaratan egemen erkek kültürünü mercek altına alıyor. Yönetmen Emin Alper'in ilk uzun metrajlı işi olan filmin yapımcılığını ise Enis Kostepen ile genç yaşta hayat veda eden Seyfi Teoman üstlenmişti.
.............................................................................................................................................................................................
NAZARİN
Yönetmen:Luis Bunuel
''Tanrı'ya şükür tanrıtanımazım.''Bunuel bu ünlü iranik değişini dini öyküler anlattığı birçok filminde öyküye yedirerek üstü kapalı olarak anlatmıştır."Nazarin" filmi, aşkın ve dayanışmanın yetersizliğini anlatan bir masal ve dindar bir görüşün hayalkırıklığıyla bezenmiş yolculuğunun hikayesidir. Nazarin’de Buñuel sinemasının en gizemli ve karanlık sahneleri yer almaktadır, gülen İsa, bir ovaya çekilip ağlayan kız çocuğu, ısırığa dönüşen öpücük ve filmin durgun bitiş sahnesi...Filmde İsa’nin öğretilerini ve örneğini uygulamaya kalkan bir rahip (Paco Rabal) tıpkı öncülü gibi, iki yüzlü ve kapitalist bir toplum tarafından yargılanır, kullanılır, haksızca hapsedilir.Tuhaf bir şekilde, bu fedakar ve faziletli adamın kaderi en ufak bir sempati duymadan sergilenir. Buñuel trajik kahramanına karşı hiç şefkat göstermez ve neticede onun menfi eleştirisini ortaya koyar. Son hapishane sahnesinde bir kafirle yaptığı konuşma onu, Hıristiyan değerlerini-ki bunların içinde onun en değer verdiği yardımseverlik kurumu temel öğedir-uygulamaya çalışmanın anlamsız olduğu konusunda ikna eder. Böylece, tutsaklığa doğru kararlılıkla ilerler. Fakat tam bu noktada sempatik bir meyve satıcısının kendisine yardımseverce sunduğu ananası almak ya da almamak gibi hayati önemde bir ikilemle karşı karşıya kalır. İlk anda bu sadakayı reddedişindeki kararlılık, kendisinin de bir zamanlar yaptığı statükonun adaletsizliğini hiçbirşey değiştirmeden devam ettirmeyi ve haklı çıkarmayı reddedişi temsil eder. Fakat sadakayı kabul ederek, var olan düzeni tekrar kabul eder ve Buñuel tarafından acımasızca parodileştirilir. Nazarin böylece kralların kralıyla her zamankinden daha fazla özdeşleşmiş olarak ordan ayrılır. Ustaca kullanılmış son görüntü standart simgeyi iyice belirginleştirir, öyle ki sol elinde gururla tuttuğu majestenin küresinin aslında bir ananas olduğunu anlamamızla her şey altüst olur.
...............................................................
Yönetmen: Slava Ross 2011
2011 Khanty-Mansiysk (Rusya) Birincilik Ödülü, En İyi Erkek (P. Zaichenko)
2011 Vyborg (Rusya) En İyi Yönetmen
2011 Roma En İyi Yabancı Film
Sibirya’daki ıssız buz çölü Monamur’da merhamet her şeyin üzerinde, hayatlar ise tehlikeye açıktır. Çok dindar, yaşlı bir adam ile genç torunu, terk edilmiş köydeki kulübelerinde yalnız başlarına yaşamakta ve iki yıldır babanın (oğlunun) dönmesini beklemektedir. Tek dostları bir köpektir. Bir gün aniden iki eşkıya evlerine baskın yapar. Kötüyle yüzleşince bütün karakterler uzun zamandır göz ardı ettikleri insani duyguları anımsayacak, kendi seçimlerini yapacaktır.
................................................................2011 Khanty-Mansiysk (Rusya) Birincilik Ödülü, En İyi Erkek (P. Zaichenko)
2011 Vyborg (Rusya) En İyi Yönetmen
2011 Roma En İyi Yabancı Film
Sibirya’daki ıssız buz çölü Monamur’da merhamet her şeyin üzerinde, hayatlar ise tehlikeye açıktır. Çok dindar, yaşlı bir adam ile genç torunu, terk edilmiş köydeki kulübelerinde yalnız başlarına yaşamakta ve iki yıldır babanın (oğlunun) dönmesini beklemektedir. Tek dostları bir köpektir. Bir gün aniden iki eşkıya evlerine baskın yapar. Kötüyle yüzleşince bütün karakterler uzun zamandır göz ardı ettikleri insani duyguları anımsayacak, kendi seçimlerini yapacaktır.
.jpg)
AKASYALAR
Yönetmen: Pablo Giorgelli 2011
2011 Cannes Altın Kamera (En İyi İlk Film)
2011 Cannes Altın Kamera (En İyi İlk Film)
2011 Mumbai Jüri Ödülü
2011 İngiliz Film Enstitüsü Ödülleri: En İyi İlk Film
2011 Kiev En İyi Film
2011 Bratislava En İyi Film
Paraguay’ın başkenti Asuncion ile Buenos Aires arasındaki otobandayız... Bir kamyon şoförü, tanımadığı bir kadını gideceği yere götürecektir. Kadın yalnız değildir; kucağında bir de bebeği vardır. Önlerinde 1.500 kilometre vardır... Başta şoför sessizdir, fakat saatler sonra sohbetleri umulmadık yerlere varacaktır. Yönetmen Giorgelli’nin babasının hastalığıyla başlayan şahsi duygusal yolculuğundan esinlenen bu ilk yapıtı, kırılgan bir ilişki filmi ve bir yol filmi.
2011 İngiliz Film Enstitüsü Ödülleri: En İyi İlk Film
2011 Kiev En İyi Film
2011 Bratislava En İyi Film
Paraguay’ın başkenti Asuncion ile Buenos Aires arasındaki otobandayız... Bir kamyon şoförü, tanımadığı bir kadını gideceği yere götürecektir. Kadın yalnız değildir; kucağında bir de bebeği vardır. Önlerinde 1.500 kilometre vardır... Başta şoför sessizdir, fakat saatler sonra sohbetleri umulmadık yerlere varacaktır. Yönetmen Giorgelli’nin babasının hastalığıyla başlayan şahsi duygusal yolculuğundan esinlenen bu ilk yapıtı, kırılgan bir ilişki filmi ve bir yol filmi.
........................................................
ÖZGÜRLÜĞÜN HAYALETİ
Yönetmen: Luiz Bunuel

Bir öykünün anlatım yöntemleri vardır. Giriş-gelişme-sonuç bölümleri bir yana; sözü edilen her olayın ve objenin anlatıma bir katkısı olması gerekir. Eldeki malzemeler optimum şartlarda kullanılır ve konuyla ilişkisiz dallara atlanmaz. Luis Bunuel için bu kurallar kesinlikle geçerli değil. Bu belki de en sıradışı ve sürrealist filminde yönetmen, anlatım kurallarını tepe taklak ediyor. Filmin bir konusu yok. Birbirine bağlı olan sahneler bir öncekini kuvvetlendirmek amacıyla değil, tam tersine rastlantısal sırayla birbirlerini kovalıyorlar. Devam ettirdiği bir hikâye tam geliştirilebileceği yerde kesiliyor ve (normalde olanın aksine) daha önemsiz bir hikâyeyle devam ediyor. Tam buna alışmışken yine başka bir yere atlıyor; kafası dağınık bir çocuğun, o gün okulda olanları anlatamaması gibi…
.............................................................................................

Yönetmen: Micha X. Peled...2001
San Francisco En İyi Belgesel
2001 Columbus Bronz Plaket
2002 Washington Altın Kartal Ödülü
Micha X. Peled’in “Küreselleşme Üçlemesi”nin ilk bölümü olan Dükkân Savaşları, tüketim aşamasına odaklanıyor ve dünyanın en büyük perakende satış şirketi Wal-Mart’ın küçük bir kasabada bir mega alışveriş merkezi kurma kararı üzerine yaşanan, kasabayı ikiye bölen tartışmayı gözler önüne seriyor. Öyküdeki olaylar ABD’nin Virginia eyaletinin Ashland kasabasında, ilk halk toplantısından son belediye meclisi karar toplantısına kadar geçen bir yıllık dönemi kapsıyor. Filmin karakterleri arasında belediye başkanı, belediye meclisi üyeleri, Wal-Mart temsilcileri ve alışveriş merkezine karşı çıkan “Pembe Flamingolar” toplum kuruluşu bulunuyor.
.............................................................
IDFA (Amsterdam) İnsan Hakları Ödülü
2005 Mar del Plata En İyi Belgesel
2005 Şikago Hugo Ödülü
2005 Vermont Mansiyon
Mavi Çin, üretim-tüketim zincirinin halkalarından imalat safhasını inceleyen yürek parçalayıcı ve dokunaklı bir film. Öykü bizi Jasmine, Orchid ve Li Ping’in katı çalışma koşullarında hayatta kalma uğraşı verdikleri bir blucin fabrikasına götürüyor. Bu işçilerin yaşamı bir noktada fabrikanın sahibi Bay Lam’ın yaşamıyla kesişiyor. Fabrikanın hem üst hem de alt seviyelerinden bakış açılarını yansıtan film, hem Çin’in hem de çokuluslu perakende satış şirketlerinin bizden sakladıklarını, yani satın aldığımız kıyafetlerin aslında nasıl üretildiğini gözler önüne sermek üzere gizlice çekildi.
..............................................................
En son 'Babel' filmiyle izlediğimiz ünlü Meksikalı yönetmen Alejandro Gonzales Inarritu göçmen işçilerin yaşamına ışık tuttuğu son çalışması gösterildiği Cannes Film Festivali’nde jüriden tam not almayı başarmıştı.
Film, Oscarlı oyuncu Javier Bardem'in canlandırdığı Uxbal adında kanuna aykırı işleri yüzünden başı kanunla derde giren bir adamın yürek burkan hikayesini anlatıyor. Biutiful, zorunlu olarak yaptığı yasadışı işlerle para kazanmaya çalışan sorunlu ama sadık ve duyarlı bir babanın öyküsünü perdeye taşıyor.
.........................................................................
YERALTI

Nefret ettiği eski arkadaşlarının akşam yemeğine kendisini zorla davet ettiren Muharrem'in, bu yemek ile birlikte başlayan didişmeleri, ego gösterileri sonucu eski defterlerin açılması ile utanç dolu hesaplaşmalarla karşı karşıya kalmasını konu alan Yeraltı, bireyin varoluşsal sorunlarını irdeleyen bir film.
Zeki Demirkubuz'un Yeraltı filminin galası 31. İstanbul Film Festivali'nde yapıldı.
.............................................................................
HUGO
Yönetmen:Martin Scorses

Usta yönetmen Martin Scorsese'nin de ilk 3D denemesi olan Hugo Brian Selznick’in "The Invention of Hugo Cabret" adlı çocuk romanından uyarlanan bir yapım. 2008 Caldecott nişanına sahip olan bu kitabın esas ilham kaynağı ise sinemanın babası olarak sayılabilecek Georges Méliés filmleri ve yönetmenin mekanik figür koleksiyonları...
Sinema tarihine bir saygı duruşu niteliğinde de olan Hugo, 84. Akademi Ödülleri'nde En İyi Film de dahil olmak üzere tam 11 dalda aday.
...............................................................................
KÖTÜ KANYönetmen: Leos Carax
Film tam çevrildiği yılda, yani 1986'da geçiyor, ama yakın gelecekten de söz ediyor. Hem bir polisiye, hem bir aşk öyküsü hem de bir masal. Gangster filmlerinin modern bir çeşitlemesi olarak da nitelenebilir. 1986, Halley kuyruklu yıldızının geri dönüş yılıydı. Carax, filmini bu olayın en azından Fransa'da yaratacağı gelişmeler üzerine kurmuş. Paris, dünyanın son günlerini andıran bir hava içindedir. İklim tümüyle değişmiş, geceler dayanılmaz sıcaklıkta olmuş ve STPO adlı bir virüs, sadece sevmeden sevişenleri mahvetmektedir. İki rakip çete, bu virüsün geliştirilmekte olan serumunun peşine düşmüştür. Alex ve kız arkadaşı, yaşlı gangster Marc'la birlikte, herkesten önce bu serumu elde etmek için bir plan yapmaya girişirler. Filmde hiçbir şey kesin değil, her şey bir sis bulutunun ardında gibi. Hiçbir karaktere psikolojik derinlik verme çabası görülmüyor. Başka bir yönetmenin ve kameramanın elinde, böyle bir senaryodan basmakalıp bir film çıkabilirdi. Ancak, Carax sihirli bir dokunuşla soluk kesici bir çalışma ortaya koymuş.
.......................................................................
GECE BEKÇİSİ
Yönetmen:Liliana Cavani
1957 yılında Viyana'da şık bir otelde gece görevlisi olarak çalışan mütevazı görünümlü ve sessiz bir adam olan Max (Dirk Bogarde)'in sıradan yaşantısı, bir gün Amerikalı bir beste
cinin karısı olan Lucia (Charlotte Rampling)'nın otele gelmesi ile değişir. Bir süre sonra Max'in 13 yıl önce SS subayı olarak görev yaptığı Nazi toplama kampında tutuklu olarak bulunan Lucia ile bir ilişkilerinin olduğu anlaşılır. Bu ilişki oldukça sıradışı bir ilişkidir. Lucia Max'in seks kölesi olmuştur ve ilişkileri acı verme-acı çekme üzerine kurulmuştur. Yıllar sonraki karşılaşmaları eski duygularını alevlendirir. Kocasının turneye gitmesi ile aynı odayı paylaşmaya başlayan Lucia ve Max eski sado-mazoşist ilişkilerini kaldığı yerden devam ettirmeye başlarlar. Ancak Max'ın eski SS yoldaşları bu ilişkiyi onaylamazlar.
.........................................................................GANGSTER'S PARADISE JERUSALEM

Güney Afrika'yı ve orada yaşayan insanların nasıl şartlar altında bir hayat sürdüğünü gözler önüne seren bir film. Afrikada işlerin nasıl yürüdüğünü, adaletin, eşitliğin hiçe sayıldığını, elinde silah bulunanın üstün olduğu bir ülkede masum insanların ezildiği, mafyaların krallaştırıldığı acı bir hayata değiniliyor.
Filmde anlatılan karakterler is
e ailelerin geçimini sağlamak için bir mafyanın kirli işlerini yaparak araba çalmak zorunda bırakılmış iki kardeşin büyüdükçe işlerin çok değişik bir boyuta doğru sürüklenmesi konu edilmiş. Ortalara doğru film ağır işlemeye başlasada seyir keyfi bir hayli iyi. Ayrıca oyunculukların da tam anlamıyla mükemmel olduğunu söylemekte yarar var. Filme ayrı bir tad katıyor. Arşiv niteliği taşıyabilecek kaliteli ve bir o kadarda başarılıydı .
..........................................................................İÇİMDEKİ YANGIN-İNCENDİES
Yönetmen:Denis Villeneuve
.jpg)
.............................................................................
SON GECE- Last Night(2010)
Yönetmen:Massy Tadjedin
Sadakatsizlik nedir? Sevişmek? Flört etmek? Aklından geçirmek? New York’lu mükemmel çift Joanna ve Michael, Michael’ın çekici ve işveli bir arkadaşıyla çıktığı iş gezisi sonrası aldatmak, pişmanlık ve arzu üzerine acı bir biçimde kafa yoracaktır. Ama bunun sonucunda Joanna eşini suçlayacak ve başkasının kollarına itecek, sonra da kendisine hâlâ âşık olan eski erkek arkadaşıyla öylesine buluşacaktır. Bu işin sonu nereye varacaktır? İran asıllı Amerikalı senarist Massy Tadjedin’in ilk yönetmenlik denemesi olan bu romantik dram, 2010 Toronto Film Festivali’nin kapanış filmi oldu.
Hikaye evli bir çifti konu almaktadır. Ayrı geçen bir gecede koca kendisinden hoşlanan meslektaşıyla iş seyahatine çıkar. O, meslektaşının kendisini ayartmasına direnirken karısı da eski bir sevgilisine rastlar.
.........................................................................................................
JANE EYRE
Yönetmen:Cary Fukunaga 2011
Jane Eyre, 10 yaşındayken öksüz kalmış ve mutsuz bir çocukluk dönemi geçirmiştir. Babasının öldüğünü zanneden Jane, kendisine adeta bir köle gibi davranan halası tarafından oldukça katı disiplinli bir yatılı okula gönderilir. On yıl boyunca bütün hayatının geçtiği bu yatılı okuldan mezun olduktan sonra kendisi de aynı çatı altında öğretmen olarak çalışmaya başlar. Bir süre sonra da Edward Rochester’ın malikânesinde çocuklara mürebbiyelik yapmaya başlar. Burada Bay Rochester’la karşılaşan Jane Eyre, gitgide büyüyen bir dostluğun ardından ona aşık olduğunu fark eder. Nihayet aradığı mutluluğu bulduğunu sanan Jane Eyre'in sevinmesi için henüz çok erkendir. Sonsuza dek süreceğini düşündüğü bu mutluluk Bay Rochester'ın korkunç sırrıyla yerle bir mi olacaktır? Erkek egemen bir toplumda kadının tek başına ayakta kalabileceğini kanıtlamak için savaşan Jane Eyre'nin macerası, Charlotte Bronte'nin feminist edebiyatın en önemli klasiklerinden biri sayılan aynı isimli eserinden bu sefer Moira Buffini tarafından uyarlandı. Yönetmen koltuğunda kısa filmleriyle bilinen Cary Fukunaga otururken, başroldeki Jane Eyre'i ise yakın zamanda İki Kadın Bir Erkek, Restless gibi yapımlardaki başarılı performansıyla seyrettiğimiz Mia Wasikowska canlandırıyor.
.........................................................................
AŞK VE KAN
Yönetmen:Anjelina Joly
.jpg)
Hollywood'un en seksi starlarından Angelina Jolie'nin henüz daha proje aşamasındayken çok konuşulan filmi, bir savaş dramı. Filmin senaristliğini de üstlenen Jolie kamera arkası için oldukça iddialı. Amerika'da 23 Aralık'ta gösterime giren yapım, ülkemizde de 'merakla beklenenler' kategorisinde yer alıyor...
..........................................................................
CENNETTEKİ ÇÖPLÜK
Yönetmen:Fatih Akın. 2012
Cannes , Hamburg ve Altın Koza Film Festivallerinde de gösterilen film başarılı bir belgesel.
Çamburnu Köyü'nde 2007 yılında kurulan çöp depolama merkezinin köye nasıl zarar verdiğini ve köylülerin buna karşı nasıl mücadele ettiğini anlatıyor.
.........................................................................
SEVMEK GİBİ
Yönetmen: Abbas Kiarostami 2012
Aşk, kaçırılan fırsatlar ve geçişken kimlikler, İranlı auteur Abbas Kiarostami'nin Cannes'da yarışan son yapıtının ana çatısını oluşturuyor. Toskana'da geçen bir aşk öyküsünü anlattığı Certified Copy / Aslı Gibidir'in ardından Kiarostami bu kez Japonya'da, insanı şaşırtan, tuhaf bir ilişki üçgenini gözlemliyor. Eskort kız Akiko ile emekli profesör Takaşi'nin ilk karşılaşmaları pek beklenildiği gibi sonuçlanmaz. Bu ilk buluşmanın arkasından işin içine bir de Akiko'nun maço erkek arkadaşı girince bu üçlünün üstlendikleri roller arzuları, talepleri, yakınlık ihtiyaçları doğrultusunda 24 saat boyunca değişip durur.
.............................................................
AŞKYönetmen: Michael Haneke 2012

.....................................................................
MELEKLERİN PAYI
Yönetmen: Ken Loach 2012
Siyasetle mizahı ustalıkla bir araya getiren yönetmen Ken Loach, bir kez daha gediklisi olduğu senaryo yazarı Paul Laverty ile el ele veriyor ve İskoçya'nın en büyük şehri Glasgow'da bir grup genç suçluyu merceği altına yatırıyor. Çiçeği burnunda baba Robbie, hapisten kıl payı kurtularak zorunlu kamu hizmetine çarptırılır ve burada Rhino, Albert ve Mo ile tanışır. Robbie'nin sonradan ortaya çıkan viski uzmanlığı ve tadım hassasiyeti sayesinde çetemiz açık hava, İskoç yaylaları ve yaşamlarının en büyük rizikosuyla karşılaşacaktır.
..............................................................................
HAVANA'DA 7 GÜN
Yedi günde geçen yedi hikâye. Yedi yönetmenden tek bir kent: Havana! Sırasıyla haftanın günleri ilerlerken, farklı karakterlerin hem gündelik hem de olağandışı hayatları gözler önüne seriliyor. Filmi samimi ve gerçekçi kılan ise şehre turistik bir gözle bakmayıp şehrin ruhunu özümseyerek, farklı nesil ve kültürleri zengin bir yelpazede bir araya getirmesi. Her bir hikâyenin konusu farklı olsa da karakterler ve mekânlar da bazen hikâyeler arasında geçiş yapıyor. Havana'ya has sıcak ve yoğun duyguları yakalayan filmde ilk yönetmenlik denemesiyle oyuncu Benicio del Toro'nun yanı sıra kendi yönettiği bölümde başrolü oynayan Elia Suleiman ve bu kez kameranın önüne geçen yönetmen Emir Kusturica da yer alıyor.
........................................................................
KAPI
Yönetmen: István Szabó 2012
İki kadının arkadaşlığı nereye varabilir? Sinemasal öykülerin ustası Macar yönetmen István Szabó'nun 1960'larda geçen son filmi işte bu sınırları keşfe çıkıyor. Filmin başrollerinde bütün karizmasıyla Helen Mirren ve Başkalarının Hayatı filminden tanıdığımız Martina Gedeck var. Roman yazarı olmak isteyen Magda, günlük işlerinde yardımcı olması için yaşlı çamaşırcı Emerenc'i ikna eder. Hizmetleri kusursuz olsa da Emerenc huysuz, ters ve katıdır. Geçmişi meçhuldür; kasabada hakkında şüphe ve dedikodular yürümektedir. Zamanla, tüm tuhaflıklarına rağmen Emerenc ile Magda arasında garip olduğu kadar sağlam bir bağ kurulacaktır.
................................................
ACI
Yönetmen: Kim Ki-duk 2012

..........................................................
MARLEY
Yönetmen: Kevin Macdonald 2012

........................................................................
KIRIK MİDYELER
Yönetmen: Seyfettin Tokmak 2012
Mardin'den İstanbul’a çalışmaya gelen iki genç akraba çocuğu Hâkim ve Faysal, Almanya’da yaşayan amcaoğulları Salim’in yanına gitmek için para biriktirmeye kararlıdırlar. Fakat İstanbul'da tutunmak ve üstüne üstlük yurt dışına çıkacak parayı biriktirmek sandıkları kadar kolay değildir.
.jpg)
..........................................................................
GÖZETLEME KULESİ
Yönetmen:Pelin Esmer 2012

Pelin Esmer'in kaleminden ve yine kendi yönetmenliğinde beyazperdeye aktarılan filmin baş rollerini Olgun Şimşek ve Nilay Erdönmez paylaşıyor. Kastamonu'nun Tosya ilçesinde çekilen filmin ortak yapımcıları arasında Arizona Films ve Bredok Filmproduction da yer alıyor. Film iki belgeselden sonra 11'e 10 kala'ya imza atan Esmer'in ikinci uzun metrajlı işi.
................................................................
MİSAFİR
Yönetmen:Ozan Aksungur 2011
Aslen Kütahyalı olan Oktay, Paris’te yaşadığı uzun yıllar sonrasında memleketine geri döner. Fakat babaevine döndüğü ilk geceden itibaren geçmişte kalan izlerle yüzleşmek zorundadır.
Tesadüfen karşılaştığı uzak akrabası Ayşe’yi görmesi ise kafasını allak bullak edecektir. Ayşe mutsuz bir evlilik sürdüren, dört duvar arasına sıkışmış, sıkıntılı bir taşra hayatı sürdürmektedir. Sadece oğlu Ahmet ve komşusu Makbule ile yaşadığı gizli ilişki onu yaşama bağlayan şeylerdir. Şimdi ise Oktay, yeniden karşısına çıkmıştır… Ozan Aksungur’un senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiği filmin başrollerini Halit Ergenç, Lale Mansur, Yeşim Ceren Bozoğlu ve Murat Mahmutyazıcıoğlu paylaşıyor.
.......................................................................
ROMA'YA SEVGİLERLE
Yönetmen:Woody Allen 2012

Woody Allen, Avrupa turunun Roma durağı olan son filminde, seyircisini ölümsüz bir şehir olan Roma'da birbirinden farklı karakterlerin birbirinden farklı hikayelerinin içine sokarak, bazen şehrin herhangi bir sakini bazen de yazın gelen herhangi bir turistin hayatına girerek romantik ve macera dolu bir geziye çıkartıyor. İtalya'ya çeşitli nedenlerle gelen Amerikalılar ve İtalyanların başlarından geçen romantik ve komik anlar birbirinin içine geçiyor. Alec Baldwin, Ornella Muti, Penolope Cruz, Jesse Eisenberg, Alisson Pill, Roberto Benigni gibi oyuncuların bir araya geldiği film, güçlü oyuncu kadrosuyla da dikkat çekiyor.
.........................................................................
HUNGER-AÇLIK
Yönetmen:Steve McQueen(II) 2008
IRA ile ilgili olarak çekilmiş filmde, Bobby Sands'in insanlık dışı muamelelere maruz kalışındaki sertliği adeta yaşıyorsunuz. Diyalogsuz sahnelerin vuruculuğu ile başlayan film, tüm filme yayılan dehşetli gerçeklik duygusu ile izleyeni kavrıyor.
Mahkumların battaniye ve yıkanmama eylemleriyle ilerleyen direnişleri, altı hafta süren açlık grevi ile doruğa çıkıyor. Hayatı mücadele ile geçmiş Sands’ın kendi vücudunu yaşamının son savaş alanı olarak addedmesiyle yaşanan dramatik süreç muazzam bir etkileyicilikle gözler önüne seriliyor.
Filmin etkileyiciliği sadece Sands önderliğindeki mahkumların direniş destanından ibaret değil. Zira hapishane mahkumlar için olduğu kadar gardiyanlar için de tam bir cehennem. Gardiyanların da alt üst olmuş psikolojisini izliyoruz filmde.
............................................................................................
AMERİKALI AMCAM
Yönetmen:Alain Resnais 1980
Birey mümkün müdür, hayatımızın en önemli dönüm noktalarında verdiğimiz kararlar ne ölçüde toplumsal uyumu gözetir, ailemizin, okulların, hatta sinema gibi kitle sanatlarının adeta bir deney faresiymişiz gibi habire önümüze koyduğu ödül ve cezaların sonraki kararlarımızda, arzularımızı gerçekleştirme iradesi elimizdeyken tuttuğumuz yolda etkisi, belirleyiciliği nedir? Bu tür soruları filmde de bizzat rol alıp teorisini anlatan davranışsal kuramcı ve fizikçi Henri Laborit’le tartışıyor Resnais, parçalı bir kurguyla, işinden, ailesinden, aşkından emin olamayan üç karakterin (bir tanesi gencecik Gérard Depardieu) hayatlarını kesiştirerek... Adı Yeni Dalga’yla anılmasına rağmen kendi kıta sahanlığını maharetle örmüş bulunan Alain Resnais’nin adı, “Hiroshima, mon amour” sayesinde “tüm zamanlar” listelerinin en tepesinde bulunur hep. Kolay filmleri de vardır, ama mesela “Geçen Yıl Marienbad’da” gibi denemelerin sonunu getiren de azdır, her ne kadar bizim sinemamıza varana kadar çok etkili bir “entel sineması” dili yaratmış bulunsa da. “Amerikalı Amcam”, salt insan hafızasında değil, belki bireyin toplumsal inşaatında da dolaştığı için ağır ve labirentli “Marienbad”dan daha kolay, ama daha az karışık olmayan bir “seyirlik”. Pera Müzesi’nin aralık ayına yayılan dev hizmeti Resnais retrospektifi “Gizem, İmge ve Bellek”in hazinelerinden biri.
.......................................................................
RUBY SPARK
Yönetmen: jonathan Dayton, Valeri Faris 2012
Calvin genç yaşında büyük başarı elde etmiş ama hızlı yükselen kariyerinde şimdi duraklama evresine giren bir yazardır; sanki ilhamı tutulmuştur. Bu durumla başa çıkmak içinse ilginç bir yol dener. Kendini yeni bir romansın içine sokmaya karar verir ve kendisini seveceğini düşündüğü bir dişi karakter yaratır, ve adını Ruby koyar. Fakat bir hafta sonra Ruby kanlı canlı salondaki kanepede oturuyordur! Calvin kelimelerinin nefes alan bir canlıya dönüştüğünü görünce ne yapacağını şaşırır...
Baş rollerini Paul Dano, Zoe Kazan ve Annette Bening'in paylaştığı filmin senaryosu Zoe Kazan'a ait. Yönetmen koltuğunda Jonathan Dayton ve Valerie Faris ikilisinin üstlendiği filmin yurt dışı eleştirmen notu ise oldukça yüksek.
..................................................................
TEPENİN ARDI
Yönetmen:Emin Alper 2012
Nusret biri uysal diğeri deli fişek iki oğlunu alıp dedelerinin çiftliğine hava değişikliği olsun diye götürür. Zafer askerlik sonrası yaşadığı bunalımla ne kadar içine kapanıksa, kardeşi bir o kadar laf dinlemez, haşarı bir delikanlıdır. Dede Faik ise kendi çiftliğinin çevresinde gezinen keçi sürüleriyle ve özellikle onların sahibi olan çobanlardan şikayetçidir. Çevresinde ne olup biterse onlardan bilmektedir. Nereden geldiği belli olmayan bir silah patlaması ve sonrasında yaşananlar çiftliktekilerin huzurunu büsbütün bozacaktır.
Bir Western filmini andıran atmosferi ve mekan kullanımıyla gerilim dolu bir aile trajedisini anlatan film, sorunlarıyla yüzleşmek yerine bir düşman ve günah keçisi yaratan egemen erkek kültürünü mercek altına alıyor. Yönetmen Emin Alper'in ilk uzun metrajlı işi olan filmin yapımcılığını ise Enis Kostepen ile genç yaşta hayat veda eden Seyfi Teoman üstlenmişti.
merhaba..
YanıtlaSilseçtiğiniz filmlerden anladığım kadarıyla zevklerimizde uyuşuyor... seyretmediğim sadece bir kaç film kaldı... emeğiniz için tşkler.. bunun yanın da sizden bir ricam olacak sizi bulma sebebim de yine arayıp da bulamadığım bir film yüzündendi... arşivinizin olduğunu umarak soruyorum the blair witch project filmi sizin arşiviniz de mevcut mu?