ORTA AMERİKA

ORTA AMERİKA

Orta Amerika ülkelerine Türkiye’den direk uçuş olmadığı için New York üzerinden gittik. Ben de fırsattan istifade 3-4 günlük bir New York gezisi ekledim araya. New York’a daha önce sonbaharda gitmiştim, yazı çok sıcak ama sokaklar daha canlı, özellikle belediyenin meydanları parkları masa ve sandalyelerle doldurması çok güzel olmuş. Bir kafe gibi ancak evinizden getirdiğiniz ya da yakındaki büfelerden aldığınız yiyecek içecekleri burada yiyip içip dinlenebiliyorsunuz. Madison Park Square, Union Square, Bryant Park, Times Square benim gördüklerim ve dinlenme fırsatı bulduklarım. Önceki gezimde New York’u ayrıntılı gezdiğim için bu kez eğlenmek, hoşuma giden yerlerinde vakit geçirmek, restoranları barları tavaf etmekle geçti.
Asıl gezi Miami aktarmalı San Salvador uçuşu ile başladı. San Salvador’dan Panama’ya kadar Amerika kıtasının o en ince kısmını kara yoluyla gideceğiz. Kuzey doğusundan, pasifik kıyılarından güney batıya Atlantik kıyılarına Panama’ya büyülü bir yolculuk, beni en çok heyecanlandıran , sınırlar geçeceğiz, yollarda neler göreceğiz.
EL SALVADOR
San Salvador El Salvador’un başkenti. Ülke adını İsa peygambere atfen "Kurtarıcı" anlamına gelen İspanyolca Salvador kelimesinden alıyor. 7 milyon nüfusu 21,041km kare yüzölçümü ile Amerika kıtasının nüfus yoğunluğu en fazla ülkesi. San Salvador bir meydan, birkaç cadde, sokak pazarları, kiliseleri ile koloniyal özelliği olan bir şehir. Nüfusu 2,2 milyon ama küçük şehir, neredeyse bir kasaba havasında.
Ülkede beni en çok şaşırtan her mekanın kapısında, sokakların başında, otellerin, restoranların önünde, plajların girişinde dahi pompalı tüfek taşıyan özel güvenlik görevlileri bulunması. Özel güvenlik görevi ülkede önemli bir istihdam oluşturuyormuş. Her yere astıkları panolarda "plajlara ve parklara gelirken silah taşımayın" yazmakta. Günde ortalama on insan öldürülmekteymiş bu ülkede. Dünyanın en büyük suç örgütlerinden Mara Salvatrucha'nın de merkezi burası. Yaklaşık 100.000 üyesi olan bu örgütü engellemek için ABD 500 milyon dolar para harcamış ve 20.000 kişi sınır dışı edilmiş. El Salvador hükümeti de oldukça sert önlemler alsa da örgütün devletlere cevabı hep çok kanlı olmuş. Gerçekte bizim için bir tehlike yok. Sonuçta turist olduğumuz için mafya ile işimiz yok. El Salvador’un kendi para birimi yok, ülkede Amerikan doları kullanılıyor.
El Salvador’da esas görülecek yerler, Pasifik sahilleri (Costa del sol-Güneş sahili), Volkanları, Kraterleri, Amerika’nın Pompeiisi olarak adlandırılan(Pompeii of Amerika) Unesco dünya kültür mirası listesinde yer alan Joya de Ceren antik kenti ve koloniyal özelliğini yitirmemiş Suchitoto şehri.(Fotoğraflar El Salvador albümünde ).
Gezinin bana göre en fantastik bölümü sınır geçişleri. El Salvador-Nikaragua sınırında olmak fikri bile beni heyecanlandırıyor. Kara yoluyla sınır geçmeyi hep sevmişimdir.
Gerçi Nikaragua ile El Salvador’un sınırı yok, arada Honduras var. Honduras olaylar nedeniyle güvenli değil bu sebeple Pasifik okyanusundan Forceca körfezinden küçük bir balıkçı teknesi ile (sandal demek daha doğru olabilir ) ile Honduras’ı pas geçerek Nikaragua’ya ulaştık. Tekneye bindiğimiz sahilde gümrük olmadığı için en yakın kasaba olan La Union'da gümrük işlemlerimizi yapıp 20 dk yolculuk sonrasında Nikaragua’dan ayrıldık, okyanus yolculuğu 2 saat kadar sürdü. Beklediğimden daha sakin ve hızlı bir yolculuk oldu. Yol boyu adalar, kuşlarla dolu ağaçlar, balıkçılar ve de balıkçıl kuşları seyrettik.  Nikaragua kıyılarında yine ıssız bir kumsala indik, ayakkabılar elimizde dizimize kadar ıslanarak. Sahile daha ayakkabılarımızı giymeye fırsat bulamadan gümrük görevlisi başımıza dikildi ve bavulları açmamızı istedi. Sürekli ‘kompitür,kompitür’ diye soruyor, bende Kompitür yok, yanımdaki arkadaş bavulunu açtı ve kompitürünü çıkarıp gösterdi, görevli ‘ hmm kompitür‘ dedi ve gitti. Şaşırdık, gülüştük. Sahilde küçük bir gümrük kulübesi vardı, yolcu olarak sadece ise biz. Gümrük dediysem bariyer sınır gibi şeyler yok. Hava inanılmaz sıcak ve nemliydi, neyse ki gümrük görevlisi bize araçta beklememiz için izin verdi, yaşasın klima.
NİKARAGUA
Nikaragua’daki en güzel olay diktatör Somoza ailesinin 17 Temmuz 1979 günü ülkeyi terk etmesi ve Sandinistlerin iktidara geçmesinin 36. yıldönümünde ülkede bulunmamız oldu. 17 Temmuzu ‘en mutlu gün’ olarak adlandırıyorlar ve coşkulu kutlamalar vardı. Gerçi o günden sonra çok badireler atlaşmışlar ama burada yazmakla bitmez.
Turizm adına bütün nimetleri barındıran 6 milyon nüfuslu bu ülke artık Orta Amerika’nın en güvenli ülkesi olma parolası ile ilerliyor.Başkent Managua dışındaki yerlerin bir çoğunda da bu yolda ilerleme sağlanmış.
Nikaragua gezimize Leon şehri ile başlıyoruz. Koloniyal özellikleri olan bir üniversite şehri,devrimin şehri de diyorlar.Diktatörlük döneminde Sandinistlerin kalesiymiş.
Nikaragua’nın iki yanı okyanus, ortası göl, Pasifik ve Atlantik okyanusu arasında uzanıyor ve ortasındaki Nikaragua Gölü, Van Gölü’nün yaklaşık 2,5 katı büyüklüğünde. Pasifik’e bir körfezle bağlıyken yanardağ patlamasıyla göle dönüşmüş. Zamanla suyu tuzdan arınmış. İçindeki balıklar ortama ayak uydurmuş. Okyanus canlıları barındıran tek tatlı su gölü, içinde 365 ada veya adacık mevcut, çoğu satılık veya kiralık. Gölde tekne ile çok keyifli bir gezi yaptık, o adalarda yaşam nasıldır diye hayal ettim.
Başkent Managua’dan güneydoğuya doğru, 45 dakikada Granada’ya varıyorsunuz. İsmi nar anlamına geliyor. 1524 yılında kurulmuş. Ayakta kalan en eski ve en güzel sömürge şehri. Altın, gümüş madenleri, kahve, kakao tarlalarından elde edilen servetle yapılan zarif binalardan çoğu hâlâ yerli yerinde.Tartışmasız Nikaragua’nın hatta orta amerikanın en güzel kenti.Bu arada Masaya Milli parkı ve vokanını da unutmamak gerekiyor.
Nikaragua’da özellikle Granada kentinde çok sayıda yabancı yaşıyor.70-80 li yıllarda ABD ye başkaldıran bu küçük ülke çok sayıda ABD li ve Avrupalı gencin ilgisini çekmiş ve devrime destek olmak, savaşmak için Nikaragua’ya gelmişler.Bir bölümü buraya yerleşmiş.
Tekrar sınır geçişi bu kez Nikaragua-Kosta Rika. Kosta Rika Orta Amerikanın en zengin ülkesi olduğu için komşu ülkelerden, çalışmak amaçlı sınırı geçmek isteyen çok sayıda insan var.Araç bizi sınırda bırakıyor, sınırı yaya geçiyoruz, bavullarımız elimizde. Bu da ayrı bir macera.


KOSTA RİKA
Kosta Rika ispanyolca Zengin kıyı demek,ve Orta Amerika’nın İsviçresi diye biliniyor.Düzenli ordusu olmaması ve Orta Amerika ülkeleri arasında en pahalısı olması nedeniyle olabilir diye düşünüyorum.
Ülke Orta Amerika ülkeleri arasında ekonomik açıdan en güçlü olanı ve de son 20 yılda ekonomisi en çok büyüme gösteren ülkelerdenmiş. Ülkenin tarihinde dönüm noktası ise kahve ve muz plantasyonlarının bölgede kurulması ile başlamış. Tabii ki burada da aynen Kolombiya'da olduğu gibi ciddi sınıf farklarının oluşmuş. Son 10 yılda turizm patlaması yaşayan ülkede turizm girdisi şu anda kahve ve muz üretiminden gelen geliri geçmiş durumda.
Kosta Rika’daki ilk rotamız Arenal Volkano Milli Parkı.Ülke dünyada birim alanda en çok tür çeşitliliğine sahip, bunun nedeni dağlık birbölge olması ve hem kuzey hem güney Amerikadan gelen bitki, tohum ve hayvan türlerinin bu dağları aşamaması ve hem kuzey hem güney türlerine Kosat Rikanın ev sahipliği yapması.Arenal milli parkında yeşillikler arasında konaklama muhteşem.
Sonra başkent San Jose’ye gidiyoruz, şehrin herhangi bir özelliği olmasa da ben San Jose'de bulunmayı sevdim.San Jose sokaklarında yürürken beni en çok düşündüren nokta geçtiğim diğer Orta Amerika halkları ile arasındaki farklar oldu. İlk defa bu ülkede trafiğe kapatılmış bir alışveriş caddesi, geceleri dahi sokakta yürüyebilecek güvenli bir ortam görüyorum. Terazinin bir tarafında bağımsızlıkları için savaşmış ve bunun eziyetini çeken halklar, diğer tarafında da manda yönetimini kabul etmiş ve derdi tasası, ordusu,darbesi olmadan yaşayan, diğerlerinden çok daha zengin bir halk.(Kişi başı GSYİH 11 000 doların üzerinde). Hüzünleniyor insan.
Yine ve son kara sınırı Kosta Rika-Panama. Kosta Rika tarafında sınırda bizim gazete bayileri gibi bir kulube var .Telefon kartı,sakız, çıkolata,meşrubat,anahtarlık vb. şeyler satılıyor; önünde 2 tahta masa ve bir camekan içinde kızarmış tavuk.Burası aynı zamanda gümrük kulubesi; çıkış damgalarımız basılıyor, bu kez uzun bir köprüden geçerek Panamaya gireceğiz, yine yürüyerek. 13-15 yaşlarındaki gençler eşyalarımızı taşımayı teklif ediyorlar,ben hemen kabul ediyorum, Kosta Rika ekonomisine küçük ve son katkımı gerçekleştiriyorum.
Köprünün sonu Panama, orada da durum çok farklı değil. 2 katlı 1 bina alt kata 2 gümrük görevlisi camın arkasında oturuyor,dışarısı 38 derece ve nemli, içeriyi o kadar soğutmuşlar ki ceketle oturuyorlar, ve camdaki pasaport geçişi için yapılmış minik pencereden dışarı buz gibi hava geliyor, pencereye yapışıyorsun,biraz serinlemek için.
PANAMA
Panama yerel dilde“balık, ağaç ve kelebek bolluğu” anlamına geliyor. Orta Amerika’nın bu en zengin ve en az nüfuslu ülkesinde 3,4 milyon insan yaşıyor. Bunun üçte biri başkent Panama City’de.
Köprüden geçerek girdiğimiz panamada 1 saatlik bir yolculukla Atlantik okyanusu kıyılarına ulaştık.Buradan tekne ile Boccas del Toro adlı Panamaya ait Karaip denizindeki adaya geçtik. Bocas del Toro filmlerdeki gibi kıyı boyu restoranları, barları, plajları olan turistik,şirin, güzel bir karayip adası. İlk dikkatimi çeken herkesin oldukça iyi ingilizce konuşması oldu, diğer orta amerika ülkelerinde neredeyse kimse tek kelime ingilizce bilmiyordu. Bocas del Toro dan tekne ile günübirlik diğer küçük karayip adalarına gittik,denizen içinde tuzlu suda yetişen bitkiler, ormalar arasında gezdik, bir adada yüzdük,bir diğerinde yemek, bir diğerinde maske şnorkelle su altını seyrettik.
Otobüs büyüklüğünde pır pır bir uçakla Panama City’e uçtuk. Manhattan’ı geride bırakacak gökdelenlerle dolu bir şehir karşıladı bizi, fotoğraflardan görmüşdüm ama bu kadarını beklemiyordum. Bir anda başka bir dünyaya geldik. Çok güzel bir şehir,yaşanası bir yer Panama City, şehir sınırları dahilinde yağmur ormanları barındıran tek başkent.
Ülke 1903 yılına kadar Kolombiya topraklarının bir parçasıymış. Panama Kanalı’nın inşa edildiğini öğrenip üzerinde söz sahibi olmak isteyen ABD, ülkeyi bir iç savaş ile Kolombiya’dan ayırdıktan sonra kanal inşasını devralmış ve 15 Ağustos 1914 tarihinde resmi olarak ticari gemilere açmış. Anlaşmaya göre kanal ve kanalın her iki tarafındaki 10 millik alan Amerikan kontrolü altında olacaktı (1922 yılında Kolombiya’ya Panama Kanalı’nın kaybı için 25 milyon dolar ödenmiş) Uzun bir süre oradan gelen tüm gelirlerin tek sahibi olan Amerika, 1979 yılında kanalı Panama’ya devretmiş ancak 1989’da baba Bush yönetimindeki hükümet, kanalı geri kazanmak adına “demokrasi getirme bahanesiyle” Panama’yı işgal kararı almış. 2000 yılına kadar kanalı tekrar elinde bulundurduktan sonra yeni bir anlaşma ile de bölgeden çekilmeyi kabul etmiş Günümüzde kanal Panama devletinin kontrolünde ve tüm ülke ekonomisinin tam üçte birini oluşturuyor.
Gökdelenler arasında New York da başlayan serüven, gökdelenler arasında panam City de son buluyor.

Dönüş  Panama City-Miami-New York-İstanbul.
























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder